sağlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sağlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Aralık 2023 Çarşamba

Minnettar olmak neden önemli?

 





Minnettarlık, hayatın karmaşasında sıklıkla gözden kaçan ancak içsel huzurun anahtarı olan önemli bir duygu. Her gün karşılaştığımız küçük anlarda bile minnettarlık duygusunu yaşamak, yaşam kalitemizi artırmanın ve içsel dinginliğimizi güçlendirmenin bir yolu olabilir.


Minnettar olmak neden bu kadar önemli?

1. Ruhsal Sağlığı Güçlendirir:

Minnettarlık, stresle başa çıkmada ve duygusal dengeyi korumada yardımcı olabilir. Olumlu duygularla beslenen bir zihin, ruhsal sağlığı güçlendirir ve olası zorluklar karşısında daha dirençli olmanıza yardımcı olur.

2. Mutluluğu Artırır:

Minnettarlık, küçük güzellikleri fark etmeyi ve hayatın tadını çıkarmayı öğrenmemizi sağlar. Her gün minnettarlık duygusuyla yaşamak, genel mutluluğu artırır ve yaşamımıza pozitif bir bakış açısı katar.

3. İlişkileri Güçlendirir:

Minnettarlık, ilişkilerde derinleşmeye ve bağları güçlendirmeye yardımcı olabilir. Birbirimize minnettarlık göstermek, karşılıklı güveni artırır ve duygusal bağları derinleştirir.

4. Şükran Pratiği:

Minnettarlık, şükran pratiğini hayatımıza entegre etmemizi sağlar. Her gün küçük bir şey için şükran ifade etmek, olumlu bir alışkanlık haline gelerek genel yaşam memnuniyetini artırır.

5. Dayanıklılığı Artırır:

Minnettar insanlar, zor zamanlarda daha fazla dayanıklılığa sahip olabilirler. Zorluklarla karşılaşıldığında bile, minnettarlık duygusu içsel güç sağlar.


Minnettarlık, hayatın karmaşasında bize bir rehberlik sağlar. Günlük koşuşturmanın içinde bile, küçük bir çiçeği fark etmek veya sevdiklerimize teşekkür etmek bize içsel bir huzur ve memnuniyet getirebilir. Unutmayalım ki, minnettar olmak küçük şeylerde büyük mutluluklar bulmamıza olanak tanır. Hayatı minnettar bir kalp ile yaşamak, bizi daha sağlıklı, daha mutlu ve daha tatmin olmuş bir birey yapabilir.


Ruhsal Sağlığınızı Mora Terapi İle Güçlendirin!

Günümüzün hızlı tempolu yaşamında, ruhsal sağlığımıza verdiğimiz önem giderek artıyor. Bu noktada Mora Terapi, ruhsal dengeyi güçlendirmenin etkili bir yolu olarak öne çıkıyor. İlaçsız ve non-invaziv bir terapi yöntemi olan Mora Terapi, bedenin enerji akışını düzenleyerek ruhsal sağlığı destekliyor.

Mora Terapi, stres, kaygı ve duygusal zorluklarla baş etmede yardımcı olurken, aynı zamanda içsel huzurunuzu artırmaya da odaklanır. Enerji merkezlerini dengeleyerek, negatif enerjiyi ortadan kaldırır ve pozitif bir zihinsel durumu teşvik eder. Böylece, ruhsal sağlığı güçlendirirken genel yaşam kalitesini artırır.

Bu terapi yöntemi, zihinsel ve duygusal dengeyi sağlamak için vücuttaki enerji akışını optimize eder. Mora Terapi'nin sunduğu bu benzersiz denge, ruhsal sağlığı güçlendirmek isteyenler için değerli bir çözüm sunar. İçsel huzurunuzu keşfedin, stresle baş etmekte Mora Terapi ile adım atın, ruhsal sağlığınıza bir öncekinden daha yakın hissedin.

20 Ocak 2021 Çarşamba

MRNA Aşıları Neden Bu Kadar Heyecan Verici?

Farkındaysanız COVID-19 için 3. aşama testini tamamlayan ilk aşılardan tamamen yeni bir aşı türü: mRNA aşıları. FDA'dan acil kullanım izni almış olan iki dozlu bu mRNA aşıları daha önce hiçbir zaman herhangi bir hastalıkta kullanım için onaylanmamıştı. Peki bu aşıların geleneksel aşılardan farkı nedir ve onları bu kadar heyecan verici kılan nedir?

Geleneksel aşılar nasıl çalışır?

COVID-19'a neden olan virüs gibi belirli bir bulaşıcı ajan için bir aşının asıl amacı, bağışıklık sistemine bu virüsün neye benzediğini öğretmektir. Bağışıklık sistemi eğitildikten sonra, gerçek virüs vücuda girerse böylece virüse şiddetle saldırır. Virüsler, bir kat proteinle sarılmış DNA veya RNA'dan oluşan bir gen çekirdeği içerir. Protein tabakasını yapmak için virüsün DNA veya RNA genleri haberci RNA (mRNA) yaparlar; bu haberci mRNA, daha sonra da proteinleri yapar. 

Belirli bir yapıya sahip bir mRNA, belirli bir yapıdaki bir proteini oluşturur. Bazı geleneksel aşılar zayıflatılmış virüs kullanırken diğerleri virüsün protein kaplamasının sadece kritik bir parçasını kullanıyor. COVID-19 durumunda, başak proteini adı verilen parça kritik parçadır. Geleneksel aşılar işe yarar: Çocuk felci ve kızamık, aşıların kontrol altına aldığı ciddi hastalıkların sadece iki örneğidir. Aşılar insanlık için tarihte çok fazla fayda sağlamışlardır. Fakat, klasik aşılarda büyük miktarlarda virüs üretmek ve ardından bu virüsü zayıflatmak veya kritik parçayı çıkarmak çok zaman alır.


MRNA aşı çalışmaları, 30 yıl önce bazı bilim adamlarının aşıların daha basit yapılıp yapılamayacağını merak edip, bu keşif yolculuğuna çıktıklarında başladı. Eğer COVID-19 virüsünün, başak proteini gibi bir virüsün protein tabakasının kritik parçasını oluşturan mRNA'nın yapısını tam olarak bilseydiniz? O zaman bu mRNA'yı laboratuvarda büyük miktarlarda yapmak nispeten kolaydır değil mi? Peki eğer o mRNA'yı birine enjekte ederseniz, mRNA, bağışıklık sistemi hücreleri tarafından yutulmak üzere kan dolaşımından geçer ve sonra bu hücreler dikenli protein yapmaya başlarsa, bu, bağışıklık sistemini eğitir mi?

Kavram basit gibi görünse de MRNA aşılarını üretmek konusunda bir dizi engelin üstesinden gelinmesi için onlarca yıllık çalışma gerekti. İlk olarak, bilim adamları, şiddetli bağışıklık sistemi reaksiyonları üretmeyecek şekilde mRNA'yı nasıl değiştireceklerini öğrendiler. İkincisi, bağışıklık sistemi hücrelerini kandan geçerken mRNA'yı yutmaya nasıl teşvik edeceklerini öğrendiler. Üçüncüsü, büyük miktarlarda kritik protein parçasını yapmak için bu hücreleri nasıl ikna edeceklerini öğrendiler. Son olarak, mRNA'yı kanımızdaki kimyasallar tarafından yok edilmekten korumak için mikroskobik olarak küçük kapsüller içine nasıl yerleştireceklerini öğrendiler. Bu arada, geleneksel aşılara kıyasla, mRNA aşılarının aslında daha güçlü bir bağışıklık türü oluşturabileceğini de öğrendiler: bunlar bağışıklık sistemini “antikorlar” ve “bağışıklık sistemi öldürücü hücrelerini” yapmak için uyarıyorlardı. Yani virüse çifte darbe.

Sonra COVID-19 geldi. 

Aslında mRNA teknolojisinde çalışan şirketlerin tamamı ve pek çok bilim adamı, bu konuda 30 yıldır titizlikle çalışıyorlardı ve mRNA teknolojisini bitirmenin zaten eşiğindeydiler. Teorik olarak, herhangi bir bulaşıcı hastalık için sadece o hastalığa özel, doğru mRNA dizinini yerleştirerek bir aşı üretmek için kullanılabilecek platformları zaten vardı. Sonra biliyorsunuz dünyada COVID-19 salgını ortaya çıktı. Sorumlu virüs belirlendikten sonra haftalar içinde, Çin'deki bilim adamları, başak proteinini oluşturan genler de dahil olmak üzere tüm genlerin yapısını belirlediler ve bu bilgileri internetten yayınladılar. Bu yayınlardan neredeyse dakikalar gibi kısa bir süre sonra, dünyanın her yanındaki bilim adamları bir mRNA aşısı tasarımı üzerine çalışmaya başladılar. Haftalar içinde, bunu hayvanlarda ve sonra insanlarda test etmeye yetecek kadar aşı yaptılar. SARS-CoV-2 virüsünün keşfedilmesinden sadece 11 ay sonra, COVID-19 için bir mRNA aşısının etkili ve güvenli bir şekilde tolere edildiğini doğrulanarak, bağışıklığın bu yolla yapılabileceğinin önü açıldı. Bu dünyada bir ilkti. Daha önce, herhangi bir aşının bulunması için geçen süre dört yıldan daha kısa değildi. 

Şu an mRNA aşıları, Ebola, Zika virüsü ve grip gibi diğer bulaşıcı ajanlar için de test edilmektedir. Kanser hücreleri de mRNA aşıları tarafından hedeflenebilen proteinler üretir: Aslında melanomda rapor edilen son gelişmeler de dikkat çekmektedir. Ve teorik olarak, mRNA teknolojisi, kistik fibroz gibi bazı hastalıklarda eksik olan proteinleri de üretebilir.

Her buluşta olduğu gibi, mRNA aşılarının arkasındaki bilim, daha önceki birçok çalışmaya ve gelişmeye dayanmaktadır. Bunlar;

·    *DNA ve mRNA'nın yapısını ve bir protein üretmek için nasıl çalıştıklarını anlamak,

      *Bir virüsün genetik dizisini belirleyen teknolojiyi icat etmek,

·     *mRNA’nın belirli bir proteini yapması için teknoloji geliştirmek,

·     *Bir kişinin kol kasına enjekte edilen mRNA aşısının vücudun derinliklerindeki bağışıklık sistemi hücrelerine giden yolu bulmasını engelleyebilecek tüm engellerin üstesinden gelmek ve bu hücreleri kritik proteini yapmak için ikna etmek.

Tüm bu bilgiler dünya çapında ışık hızında tüm dünya ile paylaşıldı. Bunun için de günümüz iletişim teknolojisinin çok faydasını gördük.  Unutmayalım ki hepimiz için heyecan verici olan bu yeni keşfi, bilim insanlarının çoğu zaman karşılaştıkları muazzam şüpheciliğe ve alay konusu olma ihtimallerine rağmen, uzun zamandır sabırla, bitmez tükenmez bir isteklilikle konu üzerinde çalışıyor olmalarına borçluyuz.

Kaynakça:
Dr Anthoni Komaroff, 10 Aralık 2020, "Harvard Health" Makalesi.

18 Şubat 2020 Salı

FAZLA ŞEKER SAĞLIĞIMIZI NASIL ETKİLİYOR? ŞEKER VE ENFLAMASYON BAĞLANTISI



BEYNİMİZ:
Şeker beynimizdeki bağlantı yollarını değiştiriyor. İşlenmiş, hazır gıdalar ve fazla şekerlerle dolu, ağır bir beslenme biçiminin, bizim depresyona girme riskimizi %58 oranında arttırdığını biliyor muydunuz?

KALBİMİZ:
Şeker kalbe giden arterlerin kaplamalarının iltihaplanmasına neden oluyor. Bu da kalp krizi riskinin artması demek :(

CİLDİMİZ:
Vücudumuz şeker bombardımanına uğradığında, proteinler şekeri kendi yapılarının bir parçasıymış gibi görüp öyle davranmaya başlıyorlar. Ki, bu, cildimizin yaşlanmasına ve kırışıklıkların artmasına neden oluyor.





BÖBREKLERİMİZ:
Fazla şeker yüklemesi, böbreklerin mükemmel filtreleme sistemlerini bozuyor. Diyabetin bir numaralı nedenlerinden biri, böbreklerdeki bu işlev bozukluğudur. Yani fazla şekerden kaynaklı böbreklerimizdeki filtreleme bozukluğu diyabet hastası olma riskimizi arttırıyor.

ÜREME ORGANLARIMIZ:
Vücudumuzdaki fazla şeker, kan akışımızı bozuyor. Bu da, erkeklerde erektil disfonksiyon bozukluğuna, kadınlarda ise uyarılma bozukluğuna neden olabiliyor. Cinsel sağlığımız için de fazla şekerden kaçınmak önemli.

EKLEMLERİMİZ:
Fazla şeker, enflamasyon sitokinlerini kan dolaşımımıza pompalıyor ve bu da vücudumuzda artrit oluşumuna yol açıyor. Kısaca şeker vücudumuzda artrit riskini arttırıyor.

Şeker kullanımı konusunda daha dikkatli olduğumuz, mutlu, sağlık dolu günler diliyoruz.

10 Şubat 2020 Pazartesi

ARALIKLI ORUÇ İLE İLGİLİ NELER BİLİYORUZ?



Obez fareler üzerinde yapılmış ve sonuçları inanılmaz umut verici olan bir sürü “Aralıklı Oruç (Beslenme)” çalışması var. Hemen hemen hepsinde kilo verme, tansiyon, kolesterol seviyelerinde düşme, kan şekerlerinde düzelme görülüyor. Ancak bunlar fareler üzerinde yapılmış klinik çalışmalardır. İnsanlarda yapılan çalışmalarda da aralıklı orucun güvenli ve çok etkili olduğu sonucuna ulaşıyoruz. 
Ancak diğer diyet programlarıyla kıyaslandığında daha iyi-etkili sonucuna henüz ulaşmıyoruz. Aralıklı orucun en büyük dezavantajı, pek çok insanın bu programı uygulamayı zor bulması. Ama unutmayın yenilerde çok sayıda uzman aralıklı orucu daha kolay ve uygulanabilir hale getirmenin yollarını aramaya başladı.

Belki duymuşsunuzdur, aralıklı oruç kavramı Japon Biyolog Dr. Yoshinori Ohsumi’nin 2016 Nobel Tıp ödülünü alması sonrasında geniş çaplı olarak gündeme geldi.  Dr. Ohsumi’nin bu çalışması uyarınca hücrelerin sirkadiyen* ritimde yapılan oruçla birlikte nasıl “otofaji”** yaptığını ve böylelikle hücre yenilenmesi üzerinde orucun ne kadar olumlu etkisi olduğunu öğrenmiştik.




Aralıklı oruç kilo kaybına da yardımcı olabilir;

Biliyorsunuz yediğimiz yiyecekler bağırsaklarımızdaki enzimler tarafından parçalanarak kanımızda dolaşan moleküllere dönüşür. Karbonhidratlar, özellikle rafine gıdalar ve rafine şekerler hücrelerin enerji için kullandığı şekere dönüştürülür ve hücre hepsini kullanamazsa kalanı yağa dönüştürülüp depolanır. Ancak hücrelerimize şeker, pankreasta üretilen bir hormon olan insülin tarafından alınabilir. Dolayısıyla insülin yağ hücrelerimize şekeri getirir ve orada tutar. Ancak kendimizi yeteri kadar aç bırakırsak, yani yeme zamanlarımız arasına yeterince uzunlukta bir ara verirsek (12-16 saat gibi) ve bunu sirkadiyen döngü uyarınca yaparsak vücudumuzdaki insülin seviyeleri düşecek ve dolayısıyla yağ hücrelerimizde depolanmış şeker serbest bırakılabilecek. İnsülin seviyemiz düştüğünde kilo da veririz. Aslında aralıklı orucun kilo verme üzerindeki en önemli etkisi insülin seviyelerimizin vücutta birikmiş yağları yakacak kadar uzun süre düşmesine izin vermektir.
Ancak unutmayalım. Kilo verme açısından bakıldığında, aralıklı oruç, daha az yemek yemekten ve porsiyonları küçültmekten daha iyi veya daha kötüdür diyemeyiz. Burada önemli olan, beslenirken her zaman sağlıklı seçimler yapmaya özen göstermemiz. Yani taze sebze & meyve, lif, sağlıklı protein ve sağlıklı yağlardan oluşmuş bir diyetle beslenmemiz. Ayrıca sirkadiyen ritmine uygun saatlerde beslenmemiz. Yani vücudumuz gündüz yemeye ve gece uyumaya ve dinlenmeye uygundur. Gece yemelerine son vermemiz çok önemli. Gece yemek yemek diyabet ve  obezite riskini yükseltiyor.

Alabama Üniversite’sinde aralıklı oruç ile ilgili yapılan son klinik çalışmalardan biri şu şekilde; Prediyabetli, obez bir grup 2’ye ayrıldı. İkiye ayrılan gruplardan birine 8 saatlik yeme, 16 saat yememe üzerine bir beslenme programı, Diğer gruba da 12 saat yeme, 12 saat yememe üzerine bir beslenme programı verildi. 5 Haftalık beslenme programı sonunda her iki grupta da kayda değer bir kilo kaybına rastlanmadı. Ancak 8 saatlik beslenme programı yapılan grupta insülin direnci ve kan basıncı seviyelerinde önemli derecede bir düşüş olduğu görüldü. En iyi etki ise 8 saatlik beslenme programına alınan grupta iştah hatırı sayılır derecede düşmüştü.

Yani sadece yemek yediğimiz zamanları değiştirmek bile sağlığımız üzerinde inanılmaz olumlu etkiler yaratabiliyor.  Bunu da aklımızın bir köşesine yazalım. Gece atıştırmaları metabolik ritmimizi bozuyor ve bizi kilo almaya eğilimli, daha iştahlı ve daha sağlıksız yapıyor. Aralıklı orucun sirkadiyen ritme uygun oluşu, sağlıklı bir beslenme programı ile birleştirildiğinde özellikle diyabet riski ve insülin direnci problemi yaşayanlar için harika bir yaklaşım olabileceğine dair pek çok bilimsel kanıt bulunuyor. (Bununla birlikte ileri diyabetli veya diyabet ilacı kullanan kişiler, anoreksiya ve bulimia gibi yeme bozuklukları olanlar, hamileler ve emziren anneler kesinlikle tek başlarına aralıklı oruç yapmamalı ve kendilerini takip eden doktorlarına konuyu mutlaka danışmalıdırlar).

Yukarıda anlatılan tüm bu bilgileri sağlıklı ve daha iyi kullanmak için 4 aşamalı bir özet çıkardık;
1-      Şeker ve rafine gıdalardan mutlaka uzak duralım. Bunlar yerine taze meyve, sebze, fasulye mercimek gibi bakliyatlar, yağsız protein bazlı gıdalar ve sağlıklı yağları tercih edelim. (Akdeniz tipi beslenme)
2-      Vücudumuzun yemekler arası yağ yakmasına izin verecek kadar uzun süreli aç kalmasına izin verelim. Atıştırma huyumuzu bırakalım. Ve mutlaka kas tonusu oluşturacak kadar aktif olalım (egzersiz yapalım).
3-      Yemek yediğimiz saatleri sınırlandırmak gerçekten sağlıklı bir model. Belli saatler sonrası (özellikle erken akşam saatlerinden ertesi gün sabah saatlerine kadar) yemek yememek vücudumuzu rahatlatacaktır.
4-      Gece atıştırmalarına kesinlikle son verelim. Sirkadiyen ritmimiz uzun vadeli metabolik sağlığımız için önemli.


             
*Sirkadiyen Ritim Nedir?:  Sirkadiyen ritim; dünyanın kendi ekseni etrafında yaklaşık 24 saat süren dönüşünün canlılar üzerinde oluşturduğu biyokimyasal, fizyolojik, davranışsal ritimlerin tekrar edilmesi olarak tanımlanmaktadır. Sirkadiyen sistemler bir hiyerarşi içinde olup, merkezi ve perifer olmak üzere iki yapı tarafından kontrol edilmektedir.  Hipotalamusta yer alan merkezi zamanlayıcı suprakiazmatik nücleus (SCN) için en önemli zamanlayıcı ışık’tır. Işığın yanısıra, melatonin, sıcaklık, jet-lag, vardiyalı çalışma da ritmi etkileyen faktörlerin başında gelmektedir. Karaciğer, pankreas, iskelet kasını içine alan pek çok periferal doku içerisindeki periferik zamanlayıcılar  SCN’den gelen sinyaller ile yönlendirilirler.

**Otofaji Nedir?: Hücrede otofaji mekanizması, uzun ömürlü proteinlerin, fonksiyonu bozulmuş hücre organellerinin, sitozolik perçelerın, hasarlı makromoleküllerin yok edilmesinden sorumlu fizyolojik bir olgudur. Ayrıca obezite ve diyabet gibi metabolik sendromların gelişmesi sırasındaki süreçlerde önmeli rol oynadığı bilinmektedir. Bu alandaki araştırmalar kanser, enfeksiyonlar, metabolik hastalıklar gibi sağlık problemlerinin tedavisine yönelik önemli bir olgu olarak görülmektedir.

Aslında otofaji, hücrenin kendisi için gerekli besini bulunduğu ortamdan alamaması durumunda kendini içtemn yiyerek varlığını sürdürmesi veya biyolojik olarak geri dönüştürme işidir. Özetle hücrenin kendisini arındıran veya yenileyen mekanizmasına otofaji deniliyor ve uzun süreli açlıklar otofajiyi destekliyor. Ancak açlık süresi burada çok önemli. En ideal sürenin 12-16 saat olduğu söyleniyor. Sirkadiyen ritme uygunluğu ve vücudu susuz bırakmamak da önemli.

Kaynaklar:
-          Intermittent fasting: Surprising update December 12, 2019, Monique Tello, MD, MPH
-          Intermittent fasting interventions for treatment of overweight and obesity in adults: a systematic review and meta-analysis. JBI Database of Systematic Reviews and Implementation Reports, February 2018.
-          Metabolic Effects of Intermittent Fasting. Annual Review of Nutrition, August 2017.



30 Aralık 2019 Pazartesi

GÜNLÜK ÖĞÜNLERİNİZE DAHA FAZLA LİF EKLEYEREK KRONİK HASTALIKLARIN ÖNÜNE GEÇEBİLİRSİNİZ



GÜNLÜK ÖĞÜNLERİNİZE DAHA FAZLA LİF EKLEYEREK KRONİK HASTALIKLARIN ÖNÜNE GEÇEBİLİRSİNİZ


Her gün yeterince lif tüketiyor musunuz? Kadınlar için önerilen günlük lif alım miktarı 25 gr (yaklaşık 1,5 fincan baklagil), erkekler için önerilen günlük lif alım miktarı ise 38 gr’dır.

Dünya Sağlık Örgütü tarafından yaptırılan ve Ocak 2019’da yayınlanan bir çalışmada lifli beslenmenin neden sağlık açısından önemli olduğu açıklanıyor. Lif bakımından zengin gıdalarla beslenenler ile lif bakımından zayıf gıdalarla beslenenler karşılaştırıldı. Görülen o ki, düzenli olarak lif bakımından zengin gıdalarla beslenen kişilerin kronik hastalıklara yakalanma ve ölüm riski azalıyor.

Her gün yenen diyet lifteki her 8 gr’lık artış kalp hastalığı, diyabet, kanser vakaları ve ölüm sayısında %5 ile %27 oranında bir azalmaya neden oluyor. Klinik çalışmaları yapanlar günde 25 ila 29 gr lif yemenin yeterli olduğunu ancak günde 30 gr’dan fazla yendiği zaman daha fazla korunma sağlanabildiğini söylüyorlar.

Muhtemelen liflerin sağlıklı olduğunu biliyorsunuz ancak yeterince alıp almadığınızı bilmiyorsunuz. Bir yetişkin ortalama günde 15 gr kadar lif tüketiyor. Bu rakamın en az 2 katına çıkartmak gerek.

Bunun için günlük beslenmenizde dikkat edebileceğiniz şeyler var. Daha fazla sebze, meyve, kepekli tahıllar ve bakliyat tüketimine dikkat etmek mesela.

Başlıca lif kaynağı olarak; fasulye (her türlü kuru ve yeşil), bezelye, börülce, enginar, tam buğday unu, bulgur, kepek, yulaf, kuru erik.




Ayrıca; nohut, brokoli, bamya, marul, koyu yeşil yapraklı sebzeler, karnabahar, tatlı patates, havuç, kabak, lahana, kepekli makarna, fındık, kuru üzüm, armut, çilek, portakal, muz, elma da iyi birer lif kaynaklarıdır.

Beyaz un, beyaz ekmek, beyaz makarna ve beyaz pirinç gibi rafine tahıl ürünlerini de tam tahıl olanlarla (kepekli ekmek, tam tahıl ekmeği, kepekli makarna, esmer pirinç) değiştirmek de diyetinizdeki lif miktarını arttırmak için harika bir yoldur.


Lifler suda çözünebilir ve çözünemez olarak 2’ye ayrılır.

Tüm bitkisel besinlerde farklı oranlarda lif bulunur. Bunların kimi suda çözünebilir, kimi de çözünemezdir.

Çözünebilir lif alımı kötü kolestrolün (LDL) düşürülmesi, kan şekerinin düzenlenmesi, tip2 diyabet riskinin düşürülmesi için önemlidir. Fasulye, bezelye, mercimek, yulaf ezmesi, yulaf kepeği, fındık, elma, armut ve çilek’te bulunur.

Çözünemez lif alımı, vücudun sağlıklı işlemesine yardımcı olur, kabızlığın önler ve divertiküler hastalıkların oluşmasını engeller. Kepekli tahıllarda, kepekli kuskus, arpa, kahverengi pirinç, bulgur, buğday kepeği, havuç, salatalık, kabak, kereviz, yeşil fasulye, koyu yapraklı sebzeler, kuru üzüm ve domateste bulunur.

Yüksek lifli gıdalar ayrıca uzun süre tokluk hissi de verirler. Dolayısıyla sık sık atıştırmak zorunda kalmazsınız.

Ayrıca kolon kanseri gibi kanser çeşitleriyle lif alımı arasında direkt bir bağlantı olduğu söyleniyor. Yani yüksek lifli beslenmek bu tip kanserlere yakalanma riskini azaltıyor.

Diyetinizdeki lifi kademeli olarak arttırmak ve bol su tüketmek en iyisi. Ve lif tüketiminizi olabildiğince günün farklı zamanlarına yayın. Böylelikle sindirim sisteminiz de rahatlıkla uyum gösterecektir.

Sağlık dolu, mutluluk dolu, uzun bir ömür diliyoruz.



6 Aralık 2019 Cuma

5 ELEMENT MÜZİK TERAPİSİNİN FAYDALARI


Müziğin terapatik amaçlarla kullanıldığını uzun zamandır biliyoruz. Duyguları hemen etkilemesi nedeniyle özellikle duygu durum bozukluklarında, stres ve depresyonu azaltmak veya önlemek amacıyla kullanılmaktadır.

Müziğin vücuttaki doğal endorfini de arttırdığına dair çalışmalar mevcuttur. Dolayısıyla aslında müzik terapisinin dünyanın pek çok yerinde uygulanması ve rehabilitasyon programlarına dahil edilmesi hiç şaşırtıcı değildir.

Ancak 5 Element Müzik terapisinin klasik batı müziği terapisinden çok farklı olduğu yönler vardır. Çin’in ilk tıbbi metinlerini içeren “The Yellow Empiror’s Clasical Medicine” kitabında 2300 yıl önce müziğin terapi olarak kullanıldığı yazar. Yani Çin Tıbbı’nın ilk zamanlarından beri müzik terapisi kullanılmaktadır. TCM içerisindeki müzik terapisinin rolü, 5 Element Teorisi ile doğrudan ilişkilidir.

5 Elementli Müzik terapisi vücut sistemleri içerisindeki değişimleri tanımlar, yani bir sistemler teorisidir. Vücut sistemlerindeki değişim, doğadaki 5 element ile sembolize edilir: Ağaç, toprak, ateş, metal ve su. Her bir element renkler, iç organlar, tatlar, mevsimler, iklimsel durumlar, duygular ve bir spesifik nota ile ilişkilendirilir.





İlginç olan, klasik Çin müziğinin de 5 element teorisinde geçen sadece bu 5 nota ile bestelenmekte olmasıdır. Bu notalar; gong, zhi, jiao, yu ve shang’tır. Genellikle klasik Çin enstrümanları olan gong, davul ya da flüt gibi enstrümanlarla icra edilirler. Dolayısıyla aslında klasik Çin müziği de 5 Element Müzik Terapisini kendiliğinden yapmaktadır.

Elementler ve karşılık geldiği durumlar şu şekildedir;
AĞAÇ:
Ağaç yeşil ve mavi renklerine mevsimlerden ilkbahara, rüzgara ve öfkeye karşılık gelir. Organ sistemlerindeki karşılığı safra kesesi ve karaciğerdir. Yani bu organ sistemlerini iyileştirir.
“Jiao” ağaçla ilgili notadır. Batı müziği sistemindeki “mi” notasına benzer. Bu nota depresyonu tedavi eder ve vücut enerjisi “qi”’nin düzgün şekilde işlev göstermesine yardımcı olur.
TOPRAK:
Bu element renklerden sarı, mevsimlerden yaz sonu, dalgın düşünceli duygu durumu ve nem ile ilişkilidir.  “Gong”, toprak elementiyle ilgili notadır. Klasik batı müziğinde “do” notasına karşılık gelir. Bu nota dalak ve böbrek organlarını güçlendirir.
ATEŞ:
Ateş elementi, kırmızı renge, mevsimlerden yaza, sıcağa ve neşe duygusuna karşılık gelir. Notası “zhi”’dir. Klasik batı müziğinde “sol majör” notasıyla örtüşür. Bu nota kalbi ve ince bağırsağı güçlendirir, besler.
METAL:
Metal elementi renklerden beyaz, mevsimlerden sonbahar, kuruluk ve keder duygusu ile ilişkilidir. Notası “shang”’tır. Klasik batı müziğinde bu “re” notasına karşılık gelir. Kalın bağırsak ve akciğeri koruma ve beslemeye yardımcı olur.
SU:
Su, siyah renge, soğuğa, kış mevsimine ve korku duygusuna karşılık gelir. Ayrıca böbrek ve mesane organlarıyla bağlantılıdır. Böbrekleri besleyip korurken, akciğerin ateşini azaltır. Notası “yu”’dur ve klasik batı müziğinde “la” notasıyla örtüşür.

5 Element müzik terapisinin sağlığa faydalarını araştıran çeşitli klinik çalışmalar mevcuttur. Kısaca 4 ana başlıkta bu faydalar şu şekilde özetlenebilir;
1-      Kanser Hastalarının yaşam kalitelerini arttırmaya yönelik faydaları vardır.

Konuyla ilgili 2013 yılında Çin’de bir grup hasta üzerinde bir araştırma yapıldı. Çalışma için 170 hasta 3 gruba ayrıldı. 5 Element Müzik terapisi alan 68 hasta, Klasik batı müziği terapisi alan 68 hasta ve hiç müzik dinlemeyen 34 hasta şeklinde.
Müzik grupları günde 30 dakika haftanın 5 günü ve toplamda 3 hafta boyunca müzik dinlediler. Araştırmacılar hastaların müzik tedavi öncesi ve sonrası Karnofsky Skoru ve Yaşam Kalite Indekslerini (Hostice Quality Life Indeks) değerlendirdiler. 5 Element Müzik terapisi dinleyen grubun her iki puanı da diğer gruplardan anlamlı derecede daha iyiydi.


2-      Mevsimsel affektif bozukluklarda etkilidir.

Mevsimsel Affektif Bozukluk (MDB) mevsimlerle birlikte nükseden duygu durum bozuklukları veya depresyon olarak da bilinir.  Bu durumdaki kişiler kötü bir halinden fazlasını yaşarlar. Majör depresyonun mevsimsel örüntüye bağlı olarak görülme halidir. Genellikle üzüntülü ruh hali ve düşük enerji ile karakterizedir. Ağlama eğilimi, yorgunluk, halsizlik, konsantrasyonda zayıflık, günlük aktivitelerde azalma, karbonhidrat ve şeker tüketimini arttırma gibi durumlar görülür.
Yine Çin’de 2014 yılında yapılmış bir çalışmada 5 Element Müzik terapisinin MDB’li yaşlı hastaları iyileştirmeye yardımcı olduğu bulundu. Toplamda 50 hasta seçildi. Bunun yarısı 5 Element Müsik Terapisi grubuna diğer yarısı da müzik dinlemeyen kontrol grubuna alındı. Element Müzik Terapisi grubu üyeleri 8 hafta boyunca haftada 1-2 saat kadar müzik dinlediler. Sonuçta 5 Element Müzik Terapisinin iç huzuru arttırdığını ve MDB rahatsızlığının yarattığı duygu durum bozukluklarını azalttığı sonucunu buldular.

3-      Depresyonu azaltıyor.
Klinik depresyon günümüz toplumlarında özellikle batı ülkelerinde neredeyse nüfusun %10’unu etkileyecek kadar fazla sayıda görülmektedir. Kadınlarda görülme sıklığı erkeklerdekinin 2 katı kadardır. Depresyon hastaları genelde suçlu, umutsuz, öfkeli, huzursuz ve değersiz hissetmektedirler. Depresyon ayrıca ne yazık ki bağışıklık sistemini zayıflatmakta, sıklıkla diğer kronik hastalıklara kapı açmaktadır.
Amerika’da yapılan bir çalışmada 5 Element Müzik terapisinin depresyon bulgularını hayli azalttığı tespit edilmiştir. Bu çalışma 71 depresif öğrenci üzerinde yapıldı. 31’i 5 Element Müzik terapi grubuna alınırken 40 tanesi kontrol grubunda kaldı.
Araştırmacılar öğrencilerin tükürük kortizol seviyelerini ölçtüler. Ayrıca Ergenler için hazırlanmış olan “Depresyon Raporu Envanteri” kullanılarak katılımcılar değerlendirildi. Zaman içinde 5 Element Müzik grubunda olan katılımcılardaki tükürük kortizol seviyeleri ve test öncesine göre Envanter raporu puanları önemli ölçüde düştü.

4-      Kronik Yorgunluk Sendromunu azaltıyor
Kronik yorgunluk Sendromu, 6 aydan uzun süren şiddetli yorgunluk olarak tanımlanır. Rahatsızlığın diğer semptomları iştahsızlık, çabuk yorulma, depresyon, anksiyete, konsantre olma güçlüğü, uyku sorunlarıdır.
2015 Yılında Çin’de yapılan bir araştırmada toprak (gong) ve ahşap(jiao) notalarının birleşiminden oluşan lixujieyu tarifinin kronik yorgunluık sendromu semptomplarını belirgin bir biçimde azalttığı tespit edildi. Bu tedavi aynı zamanda hastalardaki kas eklem ağrılarını da hafifletti.
Çalışma için günde 2 kez (toplam 45 dak), haftanın 5 günü 5 Element Müzik terapisi uygulandı.

Özet olarak biliyoruz ki klasik batı müziği terapilerinin de Alzheimer veya Parkinson gibi hastalıkların tedavilerinde olumlu etkileri var. Dolayısıyla Müzik Terapilerini bütüncül bakış açısı içerisinde her zaman kullanmak hastalara fayda sağlıyor..

Kesin olan şu ki; 5 Element Müzik terapisi yapılan çalışmalardan gördüğümüz kadarıyla kanser hastalarının yaşam kalitesini arttırmak, Mevsimsel Affektif Bozukluk ve depresyonu azaltmak ve kronik yorgunluk sendromunu hafifletmek gibi önemli katkıları var.

Hazırlayan: Dilşad Çelebi

Kaynaklar:
Jon Yaneff, Doctor Health Press, CNP, 18.05.2017
Gong, C., “Musical Therapy in Chinese Medicine,” The Edge Magazine, August 1, 2014; 
http://www.edgemagazine.net/2014/08/musical-therapy-in-chinese-medicine/.
“Music Therapy and the Five Elements,” Be Well with QiGong, December 15, 2008; 
http://bewellqigong.blogspot.ca/2008/12/music-therapy-and-five-elements.html.
Liao, J. et al., “Effects of Chinese medicine five-element music on the quality of life for advanced cancer patients: a randomized controlled trial,” Chinese Journal of Integrative Medicine, October 2013; 19(10): 736-740, doi: 
10.1007/s11655-013-1593-5.
Liu, X. et al., “Effects of five-element music therapy on elderly people with seasonal affective disorder in a Chinese nursing home,” Journal of Traditional Chinese Medicine, April 2014; 34(2): 159-161, doi: 
10.1016/S0254-6272(14)60071-6.
Chen, C.J. et al., “The effects of Chinese five-element music therapy on nursing students with depressed mood,” International Journal of Nursing Practice, April 2015; 21(2): 192-199, doi: 
10.1111/ijn.12236.
Zhang, Z. et al., “Effect of Lixujieyu recipe in combination with Five Elements music therapy on chronic fatigue syndrome,” Journal of Traditional Chinese Medicine, December 2015, 35(6): 637-641, doi: 
10.1016/S0254-6272(15)30152-7.
Zhang, Y., “The Mysteries of Five Element Music Therapy,” Macho Zapp, November 19, 2016; 
http://www.machozapp.com/blog0/2016/11/19/the-mysteries-of-five-element-music-therapy, last accessed May 15, 2017.

6 Kasım 2019 Çarşamba

BEYİN SAĞLIĞINIZ İÇİN ÖNEMLİ VİTAMİN, MİNERAL VE NUTRASÖTİKLER NELERDİR?



Çeşitli yerlerde okumuş veya duymuşsunuzdur, ekstra vitamin ve takviyeler alarak beyninizi Alzheimer, demans gibi hastalıklardan koruyabilir veya hafızanızın çok daha güçlü olmasını sağlayabilirsiniz diye…

Peki gerçekten bu bilgiler doğru mu? Gerçekten “beyin vitamini” diye bir şey var mı? Vitaminlerin beyin sağlığı üzerindeki etkileri uzun süredir tartışılan konuların başında gelmektedir.

Vitaminler gerçekten beyin sağlığını olumlu yönde etkileyebilirler mi?

Gerçekte, beyniniz her zaman yeni bağlantılar yaratır ve kırılmış bağlantıları da sürekli onarır. Ve vitamin, mineral veya başka gıda takviyeleri bu prosesi destekleyebilirler. Ancak ne yazık ki çoğu insan doğru anahtar nitelikteki vitamin veya minerali yeterli şekilde alamıyor.

Sonuçta vitamin ve mineraller sizi daha akıllı yapmasalar da beyninizin sağlıklı bir şekilde çalışmasına yaptıkları katkı şüphe götürmez.




                         




Peki beyin sağlığı için en iyi vitamin ve mineraller nelerdir?

Tüm gıda takviyeleri sağlığımızı olumlu yönde etkilemekle birlikte özellikle bazıları beyin sağlığımız için çok önemlilerdir. Eğer sağlıklı olarak besleniyorsanız da pek çoğunu da zaten alıyorsunuzdur. Ancak ne yazık ki hala günümüzde sağlıklı beslenme alışkanlıkları istenilen düzeyde değil. Beyin için en önemli vitamin ve mineraller nelerdir gözden geçirelim;

B VİTAMİNLERİ: B vitaminleri Seratonin, dopamin ve GABA gibi anahtar nöro-transmitterlerin üretimine yardım ederler. Nöro-transmitterler beyinden vücudunuza gönderilen mesajların taşıyıcılarıdır. Hemen hemen tüm B vitaminleri beyin sağlığı için önemli olmakla birlikte özellikle B-12 ve B-9 vitaminlerinin önemi tartışılmazdır.

ANTİOKSİDAN VİTAMİNLER: Beyninizin işlevini gerçekleştirebilmesi için büyük bir enerjiye ihtiyacı vardır. İşlevleri sırasında oksidatif strese neden olan hastalıklara eğilim gösterir. Eğer vücudunuzda serbest radikal fazlalığı varsa, bu hücreleri etkileyerek oksidatif strese neden olur. Bu serbest radikaller, doğal olarak zaten üretilirler ancak fazlaca toksine veya strese maruz kaldığımızda üretimleri çok artar.
İşte tam bu yüzden C Vitamini, E Vitamini ve D Vitamini çok önemlidir. Çünkü antioksidan özellikleriyle serbest radikallerin beyninizde yaptığı hasara karşıt bir etki yaratırlar.

MİNERALLER: Besinsel mineraller, vücudunuzun fonksiyon göstermesi için gerekli olan kimyasal elementlerdir. Demir ve Lityum beyin sağlığımız için vazgeçilmez olanlar arasındadır. Demir, merkezi sinir sistemini, beyin de dahil olmak üzere regüle eder. Vücudunuz metabolik prosesler için demiri kullanır. Eksikliği düşüncede bulanıklığa ve hatta psikiyatrik semptomlara bile neden olabilir. Lityum ise “beyin canlandırıcı” olarak da bilinen çok önemli bir eser elementtir. Beyindeki gri madde oranını arttırır. Hatta egzersiz yapmak dışında, yeni beyin hücreleri oluşumunu arttırdığı bilinen tek element lityum oratat’tır.

NUTRASÖTİKLER: Bunlar ne vitamin, ne de minerallerdir. Nutrasötik terapötik etkileri nedeniyle kullanılan komponentlere verilen isimdir. Ve bunların da en önemlileri hepinizin bildiği Omega-3 Yağ Asitleri ve Probiyotklerdir. Omega-3 yağ asitleri nöronların ve hücre membranının yapı taşlarıdır. 3 Tip Omega-3 yağ asidi vardır; alfa-linolenik asit (ALA), eicosapentaenoik asit (EPA) ve docosaheksaneoik asit (DHA). EPA ve DHA vücut tarafından üretilir. Ancak ALA’yı gıdalardan veya gıda takviyelerinden karşılamak zorundayız. Diyetinize mutlaka omega-3 yağ asitlerini içeren gıdalar eklemeyi ihmal etmeyin. Probiyotiklerin de aynı şekilde beyin sağlığında direkt bir etkisi vardır. Bağırsak beyin bağlantısı son yıllarda sık duyduğumuz ve doğruluğu şüphe götürmez şekilde kanıtlanmış bir olgudur. Bağırsaklarınız serotoninin %90’ını üretiyor. Eğer mutlu ve sağlıklı bir zihin istiyorsanız düzgün bağırsak florasına ihtiyacınız var. Fermente gıdalar genel olarak iyi birer probiyotik kaynaklarıdır. Yeterli olmadığı taktirde takviye almaktan kaçınmayın.

Çok kısa olarak da beyin sağlığınızı canlandırmak için neler yapabilirsiniz onlardan bahsetmek istiyorum. Öncelikle kalbinize iyi gelen her şey beyninize de iyi gelir. Dolayısıyla sağlıklı yaşam alışkanlıkları edinmek önemli. Özellikle glütenden arınmış, sebze ve protein ağırlıklı, sağlıklı yağlar içeren bir beslenme programınız olsun. Kesinlikle fazla şeker tüketimi yapmayın. Yaşamsal rutininize mutlaka bir veya daha fazla çeşitte egzersiz ekleyin. Unutmayın fiziksel egzersiz yapmak yeni beyin hücrelerinin oluşmasını sağlıyor. Yeni bir hobi veya dil öğrenmek, düzenli kitap okumak, puzzle yapmak gibi aktiviteler beyin sağlığı için mükemmel. Ve son olarak da uzun süreli strese maruz kalmaktan sakının.

Mutlu, sağlıklı uzun bir ömür dileriz.






22 Temmuz 2019 Pazartesi

HOMEOPATİ NEDİR?


Grekçe’de “homeos -benzer”, “pathos-hastalık” demektir. Homeopati, “benzeri benzer ile tedavi etme” (similia similibus currentur) prensibine dayanır.

Homeopati 18. Yüzyılın başlarında Alman Doktor Samuel Hahnemann tarafından bulunan ve vücudun kendini doğal olarak iyileştirmesine yardım eden bir tamamlayıcı tedavidir.

Hastalık belirtileri aslında hastalık ile savaşan vücutta meydana gelen değişikliklerdir. Klasik tıp bu belirtileri ortadan kaldırmaya çalışır.  Öksürüğü keser, ateşi düşürür, ağrıyı dindirir. Homeopati ise belirtileri olduğu gibi ele alır, vücudun savunma sistemine dair işaretler olarak görür, bastırmaya çalışmaz.

Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre en sık kullanılan tamamlayıcı tıp yöntemidir. Avrupa’da halkın %50’den fazlası homeopatik tedavi görmekte, doktorların %50’den fazlası homeopatiyi diğer tedavi yöntemleri ile birlikte önermektedir

Fransa’da geçtiğimiz yıllarda yapılan bir araştırmada reçetelenen ilaçların %60’ının homeopatik ilaç olduğu, hastaların %75’inin homeopatik ilaçlara dair daha etkin ve daha az yan etkisiz görüşünde olduğu görülmüştür. Bu konuda ülkemizde henüz bir düzenleme yapılmamış olmakla birlikte, Homeopatik ilaçları genel olarak Avrupa ve İngiltere’deki eczanelerde bulmak her zaman mümkündür.







Homeopatide hastalık tanımı, beden, zihnin ve ruhun “bütün olarak” etkilenmesi, organizmanın tamamının dengesinin bozulmasıdır. Hastalığın sebebi bir organda meydana gelen bozukluk değil bütünün (bedenin yaşam enerjisinin, kendi iyileştirme gücünün) dengesinin bozulmasıdır. Homeopatik maddelerin enerji verici özelliklerinden faydalanarak vücuttaki uyum ve denge yeniden sağlanır. Vücudun savunma ve iyileşme sistemleri güçlenir, bir başka deyişle kişinin yaşama gücünü harekete geçirir. Herkesin DNA sarmalı kendine özgüdür ve bu sarmal o kişinin fiziksel ve psişik özelliklerini belirler. Bu yüzden homeopatide değişik organların bozulmasında değişik ilaç vermek yerine, insanın bütününü kapsayan bir ilaç seçilir.


Bu tedavideki amaç, hastaya zarar vermeden, ılımlı ve güvenilir bir yolla hastalığı tümüyle ve kökten iyileştirmektir.

Sağlık dolu günler.

17 Temmuz 2019 Çarşamba

DAHA SAĞLIKLI BİR HAYAT İÇİN MUTLU OLMAK NEDEN ÖNEMLİ?


Mutluluk, bireyin sevinç, neşe, umut ve güven gibi duyguları daha sık yaşaması ve genel anlamda yaşamından memnun olması şeklinde tanımlanıyor. Tıp ve psikoloji konusunda çalışan akademisyenlerin de sık sık üzerine basarak vurguladıkları gibi mutluluk, ruhsal ve fiziksel sağlıkla doğrudan ilişkili.

Mutluluk aslında kişinin hayatı keyif alarak, anlamlı şekilde yaşamasıdır. Mutlu bireyler olumlu duyguları, olumsuz duygulara göre daha sık yaşarlar. Her şeyden önemlisi mutlu insanlar başkalarına ve çevrelerine zarar vermez, saldırganlık düzeyleri düşüktür. Etkileşimde oldukları insanların hayatlarına zarar vermek bir tarafa, onların mutluluğuna veya psikolojik iyi oluşlarına da katkı sağlarlar.

Bugün mutluluk üzerine yapılan araştırmalar, mutlu insanların daha uzun yaşadığını, daha sağlıklı olduklarını, iş ve özel yaşamlarında daha üretici ve verimli olduklarını ve dolayısıyla da daha başarılı olduklarını ortaya koymaktadır.





Aynı şekilde mutlu ve mutsuz insanları sağlık açısından karşılaştırdığımızda ise mutlular lehine çok önemli avantajlardan bahsedebiliriz. Neden mutlu insanlar daha sağlıklıdır? Çünkü bağışıklık sistemleri daha güçlüdür, daha az ağrı yaşarlar, daha düşük stres düzeyine sahiptirler, hastalandıklarında daha çabuk iyileşirler. Ayrıca yapılan kapsamlı araştırmalar mutlu insanların yaşam sürelerinin belirgin bir biçimde daha uzun olduğuna işaret etmektedir. Örneğin Illinois Üniversitesi ve Texas Üniversitesi iş birliği ile yapılan bir klinik çalışmada mutlu olduğunu söyleyen kişilerin, kendilerini mutsuz olarak tanımlayan kişilere oranla %14 oranında daha uzun yaşadıklarını tespit etmişlerdir. Tabi bunda fiziksel olarak hastalıklara yakalanma oranlarının düşük olması kadar, riskli davranışlara daha az girmeleri de önemli bir etmendir (örneğin güvenli bir cinsel hayatı tercih etmeleri, araba kullanırken emniyet kemeri takmaları, daha az hayati riski olan durumlara kendilerini sokmaları vb.).


Unutmayalım ki pozitif ruh halindeyken, stresle ilişkili hormonlarımız daha az salgılanır, vücut direncimiz artar ve hatta yara iyileşmelerinde hızlanmalar bile görülür. Mutluluğun tek başına sağlığımızla ilgili en önemli bağlantısı belki de hormonal durumumuza olan etkisidir. Hormon düzensizlikleri veya stres hormonlarındaki artış direkt sağlığımızı birincil derecede olumsuz etkileyen etmenlerin başında geliyor. Tam tersi hormon salgılarımızdaki düzenlilik ve yeterlilik ise sağlığımıza olumlu etkenlerin başında gelir.

Doğru beslen, egzersiz yap, yeterince ve kaliteli uyu, bol su iç uyarılarına “Mutlu olmak için çaba göster, kronik öfkeden uzak dur” uyarısını da eklememiz gerekiyor. Yapılan tüm çalışmalar gösteriyor ki mutluluğun ve olumlu duyguların daha sağlıklı olmaya ve daha uzun yaşamaya önemli bir katkısı var.

Mutlulukla ve sağlıkla kalın.

25 Ocak 2017 Çarşamba

Selülit için sağlıklı ve kalıcı çözüm: Mora Beauty

Selülitin kötü görüntüsünden dolayı estetiksel bir sorun olduğuna dair geniş bir algı hakim olsa da selülit aslında sağlık sorunudur. Deri altında düzensiz ve aşırı yağ birikimiyle oluşan, selülit özellikle bacak, kol ve kalça bölgesinde toplanan, görünümüyle portakala benzetilen bölgesel dolaşım bozukluğudur. Kadınlarda yumurtalıklardan salgılanan ve dokularda su tutma özelliğiyle selülit oluşumuna zemin hazırlayan folikülin (FSH) hormonunun varlığı selülitin erkeklere oranla kadınlarda görülme sıklığını artırır. Hormonsal sebeplerin dışında dengesiz ve yüksek kalorili beslenme, kafein ve gaz içeren içecekler, hareketsiz yaşam, genetik faktörler, hızlı ve aşırı kilo değişiklikleri selülitin oluşmasında önemli faktörlerdendir.

Üç aşamadan oluşan selülitin ilk aşamasında, dolaşım bozukluğuyla damarlardan çıkan su dokulara dolar. İlk aşamada selülit deride herhangi bir görünüş bozukluğuna yol açmaz ve dikkat çekmez. Genellikle selülitin oluştuğu bölge sıkıldığında portakal kabuğu görüntüsü ortaya çıkar. İkinci aşamada dokularda olan su daha da artar, ödem fazlalaşır. Yaşanan dolaşım bozukluğu derinin görünümüne belli belirsiz yansır. Üçüncü aşamada ise bu dokularda biriken yağ, su ve tuz molekülleri organizma tarafından  kullanılmayacak hale gelir ve selülit derinin altına iyice yerleşir. Deride yoğun ve kalıcı bir görüntüye neden olan selülitin üçüncü aşaması kişiye göre ağrılı da geçebilir.  Selülit için alınacak önlemler selülitin derecesini ve şikayetlerini bir nebze azaltsa dahi kesin çözüm için çoğunlukla tedaviye ihtiyaç duyulur.

Bütünsel tıp yöntemi olarak Türkiye’de geniş bir ağa sahip olan Mora Terapi cihazları içerisinde yer alan Mora Beauty, sağlığı ve güzelliği bir arada sunarak selülit için tedavi imkanı sunar. Selülit, saç, tırnak, yüz, boyun ve dekolte bölgelerindeki sorunlara kalıcı ve sağlıklı tedavi yöntemleri sunan Mora Beauty, bağ dokuları ve genel görünümde canlandırıcı, uyarıcı ve rahatlatıcı uygulamalarıyla kişinin kendini iyi hissetmesini sağlar. Dolaşım bozukluğunun yol açtığı bağ dokusu deformelerini tedavi eden Mora Beauty, Mora Terapi’nin biorezonans yöntemiyle SPA rahatlığı yaşatır.









13 Aralık 2016 Salı

Işığın iyileştirici gücü: Biyofoton

Yaz mevsiminin bitmesiyle birlikte gündüzlerin kısalması ve gecelerin uzaması insanların ışığa olan ihtiyacını bir kez daha gündeme getirdi. Nasıl ki bahar mevsiminde insanlar çoğu zaman açıklayamadıkları bir mutluluk hali içindeyse, güz mevsiminde kendisini derin bir hüzün ve karamsarlık girdabında bulur. İnsan enerjisi için temel ihtiyaç ışık, aynı zamanda iyileştirici bir etkiye sahiptir.

Işık sadece insanlar için değil tüm canlılar için hayati bir önem taşımaktadır. Işık olmadan canlılar yaşamsal faaliyetlerine devam edemez. Işığın insanlar için en faydalı özellikleri ise antibakteriyel etkisi, D vitamini deposu olmasıdır. Işık insanlara doğrudan ya da dolaylı olarak etki edebilir. Işığın ısınma ve görmemize olan katkısı doğrudan etkiyken; ışık yardımıyla bitkilerin fotosentez yapması sonucu oksijen üretimi dolaylı etkidir. Sabit olmayıp ortamsal faktörlere bağlı olarak şiddeti değişen ışık kişilerin ruh, zihin ve beden sağlığı dengesinde önemli bir faktördür. Işığın olmadığı ortamlarda nasıl ki olumsuz duygu durumu hakimse ışıktan yoksunluk kemik gelişimi gibi fizyolojik durumları da etkiler.
Bilimsel çalışmalarla biyofoton
Işığın insan vücudu üzerindeki iyileştirici etkisi üzerine yoğunlaşan bilim insanları biyofoton teknolojisinin gelişmesine büyük katkı sağlamıştır. Kasnatschejew 1973 yılında, yaşayan hücrelerin mor ötesi seviyede fotonlar ya da elektromanyetik dalgalar aracılığıyla biyolojik bilgi paylaşımı yaptığını kanıtlamıştı. Dr. F. Popp  Kasnatschejew’in deneyinin devam niteliğini taşıyan çalışmalarını organizmada ışığın varlığı ve sonuçları üzerinde yoğunlaştırdı. Işık olmadan hayatın mümkün olmadığına inanan ve bilimsel çalışmalarını bu yönde sürdüren Dr. F. Popp geliştirdiği biyofoton teorisiyle ışığın iyileştirici gücünü keşfetti. Dr. F. Popp fotonları bilimsel olarak kabul edilebilir kılarak kanıta dayalı bir perspektif içinde değerlendirmiştir.
Işık düzenlemesinin doğru gerçekleşmediği durumlarda, ışık kuantumuna bağlı metabolik süreçlerde bozulma meydana gelir ve bu da kronik hastalıklara ve hatta kansere yol açar. Işığın iyileştirici gücü olan biyofoton teknolojisi, kronik ve sistemik hastalıklarda bozulan hücresel fonksiyonların sağlıklı haline dönmesini sağlar. Vücutta herhangi bir yan etkiye yol açmayan biyofoton seansları; hormonların dengelenmesi, enfeksiyonlar, zayıflamış bağ dokusu, migren, egzama, sedef, boyun, sırt ve bel ağrıları, sigara, alkol ve karbonhidrat bağımlılıkları, siyatik ağrıları, akne, uyku ve sindirim sistemi bozukluklarının tedavilerinde olumlu sonuçlar verir.
Elektromanyetik adı verilen dalgaların toplam enerjisini meydana getiren enerji parçacıkları olan fotonlar ve fonksiyonları hakkında mevcut bilgiler, fotonların terapatik uygulamalarını mümkün kılmaktadır.
Fotonların transfer edilmesinde en iyi yöntem olarak el ile dokunma tekniği ince el becerisi gerektirdiği için her uygulayıcı tarafından ustalıkla uygulanamamaktadır. Bu sebeple belirli dalga uzunluklarında ve frekanslarda fotonların cilde hedef odaklı olarak uygulanmasını sağlayan bazı cihazlar geliştirilmiştir.
Bütünsel tıbbın Türkiye’deki lider firması Mora Terapi güvencesiyle hizmet veren Bionic 880, biyofoton teorisiyle biyofizikte çığır açmış bir çalışmanın ürünüdür.