diyabet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
diyabet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Aralık 2022 Pazar

ŞEKER HASTALIĞI İLE BAŞ ETMEK İÇİN 6 ÖNERİ

 


Şeker Hastalığı Neden Olur?

Çağımızın en büyük sorunlarından biri olan ve hemen hemen her yaş grubunda rastlanan şeker hastalığı (diyabet); oldukça da sık görülmektedir.

Şeker hastalığının nedenini temelde şu şekilde tanımlamak doğru olacaktır: Şeker hastalığı; vücutta insülin hormonunun yetersiz olması ya da hiç salgılanmaması durumu ya da vücudun insülin hormonuna duyarsız hale gelmesi sonucu görülen bir hastalıktır. 

Şeker hastalığının pek çok çeşidi olmakla birlikte, özellikle yetişkin kesimde 35 yaş ve üstünde görülen türü Tip 2 diyabettir. Genellikle çevresel ve genetik faktörlere bağlı olan Tip 2 diyabetin temel sebepleri şunlardır:

Obezite, aşırı kilo 

Hareketsiz yaşam 

Genetik faktörler

İleri yaş

Stres

Gebelikte yaşanan şeker hastalığı 

Şeker hastalığı ile baş etmek için 6 öneri:

1.Bol su için!

Şeker hastalığının insülin hormonunun yetersizliği ile ortaya  çıktığını belirtmiştik. Yeterli sıvı tüketmemek de kan şekerinin yükselmesine sebep olmaktadır ve kan şekeri yükselmesi böbrek sorunlarına da yol açabilmektedir. Bu nedenle sıvı tüketimi çok önemlidir.


2.Egzersiz yapın!

Şeker hastalığına sebep olan temel nedenlerin arasında hareketsiz yaşam yer alır. Genel sağlığımız için en önemli şeylerden biri egzersiz ve harekettir. Sağlıklı bir birey için de, hastalığı/hastalıkları olan bireyler için de egzersiz gereklidir. İmkanlar dahilinde en verimli olacak şekilde; yüzme, koşu, yoga, fitness gibi egzersizlerin yanında en basit şekilde açık havada yapılan tempolu yürüyüş de çok faydalı olacaktır. Hareket etmek kan şekerini düzenleyeceği gibi; günümüzün en yaygın sorunlarından biri olan obezite ve fazla kilo ile de savaşmaktadır. Aynı zamanda egzersiz, kalp-damar hastalığı gibi pek çok önemli hastalığın da önleyicisidir.


3.Sağlıklı ve dengeli beslenmeye özen gösterin!

Şeker hastalığında en önemli olan nokta kan şekerini dengede tutmaktır. Ve bu noktada da tüketilen gıdalar oldukça önemlidir. Şeker hastalığına sebep olabilecek pek çok gıda vardır. Bunların başında rafine şeker içerikli gıdalar, paketli ve işlenmiş gıdalar, şeker ilaveli gıdalar, asitli içecekler vb. gelir.

Tüm bunların tüketimi yerine, özellikle sebze-meyve ve lifli gıda ağırlıklı bir beslenme düzeninin oluşması şeker hastalığına yakalanmamak için; şeker hastalarında ise insülin direncini daha kolay dengelemek için önemlidir. Şeker hastaları insülin direnci değişiklikleri yaşadıklarından aç kalmamak ve öğün atlamamak da çok önemlidir. Mutlaka ara öğün yapılmalı ve ara öğünde kan şekerini yükseltmeyecek kuruyemiş vb. gıdalar tüketilmelidir. 


4.Sigara tüketiminden kaçının!

Toplumsal bir zehirlenme olarak tanımladığımız sigara tüketimi kalp ve damar hastalıkları riski taşıyan şeker hastaları için kaçınılması elzem bir alışkanlıktır. Sigara içerisinde nikotin, aseton, amonyak ve çeşitli zararlı gazlar barındırdığı için ölümcül bir etken olmakla birlikte ölümcül pek çok hastalığın da sebebidir. Herkes gibi şeker hastalarının da sağlığını olumsuz etkileyeceği için tüketilmemesi gerekir.


5.Kilo kontrolünüzü sağlayın!

Fazla kilo ve obezite; diyabete sebep olan faktörlerin başında gelir. Şeker hastalığından korunmak için kilo kontrolü mutlaka sağlanmalıdır. Fazla kilolarınız varsa sağlıklı bir şekilde kilo vermeniz doğru olacaktır. Ayrıca hareketsiz yaşam tarzı da kilonuzu etkileyeceği için egzersiz yapmanız önemlidir. 


6.Ayak bakımına özen gösterin! 

Diyabet hastalarında ayak bakımı çok önemlidir. Bu sebeple de organ kaybı gibi ciddi durumlar yaşanmaması için ayak bakımında titiz olunmalıdır. Ayaklar her gün kontrol edilmedi ve mutlaka yıkanmalıdır. Fakat sabun gibi kimyasallara da uzun süre maruz bırakılmamalıdır. Parmak aralarına krem sürmekten kaçınılmalıdır. Diyabet hastaları için pedikür riskli bir durumdur ve kaçınılmalıdır. Tırnak kesimi de batma vs. Olmaması için oldukça önemlidir.



MORA TERAPİ İLE SAĞLIKLI BİR BEDEN! 

Mora Terapi ile sağlıklı bir bedene kavuşmak çok kolay! Mora Terapi ile iştahınız kontrol altına alınır ve bağımlısı olduğunuzu hissettiğiniz zararlı gıdalara karşı isteksizlik oluşturulur. Ekmek, şeker, karbonhidrat vb. gıdalara karşı isteksizlik oluşur. Bu isteksizlikle beraber sağlıksız gıdalar tüketilmediğinde kişi kendini mutsuz hissetmez. Bu sayede sadece acıktığınızda ve esas ihtiyaç duyduğunuz kadar porsiyonlar tüketmiş olursunuz


9 Ağustos 2019 Cuma

YÜKSEK TANSİYONA DİKKAT!



Her 3 yetişkinden birinin yüksek tansiyon hastası olduğu ülkemizde, bu konu göz ardı edilemeyecek kadar önemli.

Genellikle enseden başlayan baş ağrısı, kulakta çınlama ve uğultu, baş dönmesi, çift veya bulanık görme, burun kanamaları, ve düzensiz kalp atışı gibi belirtilerle kendini gösteren hipertansiyon ilerleyerek kalp yetersizliğine de zemin hazırlayabiliyor. Ayrıca felç, görme kaybı ve böbrek yetersizliğinin de en önemli nedenlerinden biri.

Kanın normalden yüksek bir kuvvetle damarlar boyunca aşırı basınç uygulamasına yüksek tansiyon denir. Normal ideal tansiyon 120-80 mm HG olarak kabul edilmektedir. Yüksek tansiyon tanısı için bu değerlerden birinin yüksek çıkması yeterlidir.

Yüksek tansiyon riskini arttıran faktörlerin başında özellikle hareketsiz ve stresli yaşam, alkol, sigara tüketimi, aşırı kilo özellikle santral obezite denilen göbek yağlanması geliyor.

İleri yaş hastalığı olarak bilinmekle birlikte kötü beslenme ve yaşam alışkanlıkları dolayısıyla genç yaşlarda da ne yazık ki artık görülüyor. 50 yaş altı grupta erkeklerde görülme sıklığı fazlayken, 55 yaş üstünde ise kadınlarda görülme sıklığı artmakta.


Diyabet yani şeker hastalığı olanlarda yüksek tansiyon çok sık görülüyor.

Düzenli egzersiz ve kilonun kontrol altında tutulması bu sorunun önüne geçilmesi için çok önemli. Haftada en az 3-4 gün, en az 30-45 dk tempolu yürüyüş yapılmalı.

Aynı şekilde çok tuz kullanma alışkanlığı bırakılmalı. Daha çok sebze, meyve, tam tahıl tüketilmeli. Tuz, doymuş ve trans yağ tüketimi azaltılmalı. Yağda kızartılmış besinler, hamur işleri, işlenmiş et ürünleri ve sakatatlardan uzak durulmalı.

Yüksek tansiyon konusunu ihmal etmeyin. Bu rahatsızlıklardan kaynaklanan komplikasyonlar diğer hastalıklara kıyasla daha ciddi sonuçlar doğurmaktadır. Üstelik yüksek tansiyon, daha fazla çalışıp vücudunuza kan pompalamak zorunda olduğundan kalbinize de zarar verir.

Sağlıklı beslenin, düzenli spor yapın, sağlıklı kiloda kalın, alkol tüketiminizi azaltın, sigaradan uzak durun ve tuz kullanımınız konusunda çok dikkatli olun.

Ayrıca, Mora Terapi ile yapılan frekans temizliği tedavilerinde doktorunuzla birlikte koruyucu önlemleri almanız kolaylaşır ve uzun vadeli risklerden korunursunuz.

Sağlık dolu günler.




28 Aralık 2018 Cuma

OTOİMMÜN HASTALIKLARA BÜTÜNSEL YAKLAŞIM


Otoimmun Hastalıkların tamamı bağışıklık sistemi hastalığıdır. Bağışıklık sisteminin aşırı duyarlı hale gelmesi sonucu vücudun kendi dokularını harap etmesiyle ortaya çıkar. Vücuttaki bağışıklık sisteminin kendi sağlıklı dokuları ve organlarına karşı başlattığı savaş olarak tanımlanabilmektedir.

Bağışıklık sistemi hücreleri eklemlere saldırarak ağrıya, şişmeye ve iltihaba neden olarak Romatoid Artrit, bağırsak duvarını tahrip ederek ishale, ani bağırsak hareketlerine, rektal kanamaya, ateşe, karın ağrısına ve kilo kaybına neden olarak Kron hastalığı ve Ülserli Kolit, sinir hücrelerine hücum ederek körlüğe, ağrıya, denge yitimine, güçsüzlüğe ve kas kasılmalarına yol açarak MS Hastalığı, pankreasta insülin hormonu üreten hücreleri yok ederek Tip 1 Diyabet, tiroid hormonu üreten hücrelere saldırıp tahrip ederek, kabızlığa, yorgunluğa, depresyona, aşırı kiloya ve cilt kuruluğuna yol açarak Haşimato Hastalığına neden olabilmektedir. Bu tip hastalıklar otoimmün hastalıklara verilebilecek örneklerdir.



Bu tip hastalıklarda bağışıklık sisteminin sağlıklı haline getirilebilmesi ve desteklenebilmesi çok önemlidir. Otoimmün hastalıklara yaklaşım bağışıklık sistemi baskılamak değil desteklenerek iyileştirilebilmek olmalıdır.

Gün içinde yediğimiz gıdalarla, soluduğumuz hava ile veya cildimize temas eden maddeler yoluyla birçok unsur vücudumuza girmektedir. Bunlar gıdaların içindeki ana besin unsurları olabileceği gibi bunlara bulaşmış olan zirai ilaçlar, toksinler ve kimyasal katkı maddeleri de olabilmektedir. Aynı zamanda bakteriler, virüsler, mantarlar da gerek ağız yoluyla gerekse solunum yoluyla vücuda girebilmektedir. Vücuda giren bütün maddeler bağışıklık sistemi tarafından algılanıp, değerlendirilmektedir. Vücudun ihtiyacı olanlar ve vücuda yabancı olanlar ayrılıp, zararlı olanlar yok edilmektedir. Vücudumuzun yapısına uymayan yabancı bir madde kana geçtiğinde, bağışıklık sistemi daha önce tanımadığı bu maddeyi düşman olarak algılamakta ve yok etmeye çalışmaktadır. Yabancı maddelerin saldırısı yoğun ve sürekli bir hale geldiğinde ise vücudu korumaya çalışan bağışıklık sistemi aşırı duyarlı hale gelebilmektedir. Bağışıklık sistemini aşırı duyarlı hale getirebilecek faktörlere ise; beslenme yanlışları, basit şeker ve rafine karbonhidrat tüketiminin artması, gluten ve lektin içeren gıdalar, D vitamin eksikliği, omega-3 alımının azalması, kronik hale gelen enflamasyon, bağırsak florasındaki bozukluklar, kronik Stres, katkı maddeli ve aroma ile tatlandırılan suni gıdalar, zirai ilaçlar ve pestisitler, genetiği değiştirilmiş tarım ürünleri, ağır metaller örnek olarak verilebilmektedir.

Çeşitli sebeplerden dolayı aşırı duyarlı hale gelen bağışıklık sistemi yabancı proteinler ile vücudumuzdaki bazı organ ve dokuların yapısında bulunan proteinler birbirine benzerlik gösteren proteinleri ayırt edemez hale gelir. Örneğin buğday proteini olan glüten ile tiroid dokusu, bağırsak epiteli, eklemlerin yüzeyini saran zarlar ve sinir liflerini saran myelin kılıfı birbirine benzer özellikler göstermektedir. Glutene karşı oluşturulan saldırı sadece glutene karşı değil, bir süre sonra bunlara benzeyen vücut dokularına karşı da harabiyete sebep olmaktadır. Glutenin yanı sıra buğday, çavdar, yulaf, arpa gibi tahıllar ve kuru fasulye, nohut, mercimek gibi birçok baklagil ve sütte bulunan protein yapısındaki lektinlerin de otoimmun hastalıklara neden olabileceği konusunda da araştırmalar mevcuttur.

Geçirgen bağırsak sendromunun da otoimmün hastalıkları etkileyebileceğine dair çalışmalar bulunmaktadır. Son zamanlarda sıkça duyduğumuz geçirgen bağırsak sendromu, sürekli baskı altında kalan sindirim kanalı yapılarının seçici geçirgen yapısını kaybederek birçok zararlı organizmayı geçirir hale gelmesidir. Bu durum bağışıklık sisteminin sürekli uyarılmasına ve fazla çalışmasına neden olmaktadır. Sürekli tetikte olan bağışıklık sisteminin de vücut yapılarına saldırma riski artmaktadır.

Bağışıklık sistemini aşırı duyarlı hale getirebilecek ve otoimmün hastalıklara davetiye çıkarabilecek en önemli etkenlerden biri de ağır metal birikimidir. Ağır metallerin en önemli özelliklerinden biri de bağışıklık sistemini uyarmalarıdır. Çünkü savunma hücreleri diğer tüm hücrelerde biriken ve zarar veren toksinlere karşı tepki oluşturmaktadır. Ayrıca yapılan araştırmalar ağır metal ve diğer toksik bileşenlerin genetik olarak otoimmün sorunlara yatkınlığı olanlarda hastalıkların erken ortaya çıkmasına ve hastalığa sebep olabileceğini göstermektedir.

Otoimmün hastalıklarda hedef organlardan ziyade önemli olan hastalıkların ardındaki asıl sebebi görebilmektir. Otoimmün hastalıklarda asıl problem her zaman bağışıklık sistemindedir. Klasik tıpta, oluşum mekanizmaları aynı olmasına rağmen farklı organ sistemlerinin etkilenmiş olması gerekçesiyle bu hastalıkların birbirleriyle olan bağlantıları göz ardı edilebilmektedir. Bütünsel tıp cihazlarının önde gelen uygulayıcılarından olan Mora Terapide amaç her zaman tedaviye bağırsaklardan başlamaktır. Hastalıkların teşhis ve tedavisinde bağırsak sağlığı ve florası mutlaka sorgulanmakta ve sorun söz konusu ise iyileştirilmeye bağırsaklardan başlanılmaktadır. Aynı zamanda yapılan bağırsak terapileri sonrasında uygulanması istenen diyet protokolü de bağırsak mikroflorasını destekler niteliktedir. Aynı zamanda sadece bağırsaklar değil, bağışıklık sistemini aşırı derecede uyarabilecek ağır metal ve stres gibi etkenlerin de ortadan kaldırılmasında Mora Terapi son derece etkilidir. Örneğin Mora Terapi, civa ve kadmiyum gibi vücutta birikimi en sık rastlanan ağır metalleri kolayca teşhis edebilmekte ve vücuttan uzaklaştırılmasını sağlayabilmektedir. Böylelikle vücut ve bağışıklık sistemi bütünsel olarak sağlıklı olabilmekte ve hastalık semptomları da azalmakta veya ortadan kalkabilmektedir. 

7 Aralık 2018 Cuma

ÇAĞIMIZIN HASTALIĞI METABOLİK SENDROMA MORA TERAPİ YAKLAŞIMI


Metabolik sendrom; insülin direnci zemininde gelişen, karın çevresi yağlanma, obezite, glukoz intoleransı veya diyabet, kan yağlarının düzensiz seyretmesi, hipertansiyon ve koroner arter hastalığı (KAH) gibi sistemik bozuklukların birbirine eklendiği ölümcül bir hastalıktır. Metabolik sendrom ayrıca insülin direnci sendromu, sendrom X, polimetabolik sendrom, ölümcül dörtlü ve uygarlık sendromu gibi farklı terimlerle de tanımlanmaktadır.



Türkiye’de gerçekleştirilmiş bir çalışmaya göre, 2000 yılı itibariyle Türkiye genelinde 30 yaş ve üzerindeki 9,2 milyon kişide metabolik sendrom mevcuttur. Ülkemizde metabolik sendrom görülme sıklığı, erkeklerde %28, kadınlarda ise %40 gibi oldukça yüksek değerlerdedir.

Metabolik sendrom görülme sıklığı tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de artış göstermektedir. Sendroma en yatkın kişiler ise oturarak çalışan, düzensiz beslenen, yoğun stres altında çalışanlardır. Hareketsiz yaşam tarzı, fast-food alışkanlığı, sigara kullanımı ve özellikle stres, sendromun giderek daha erken yaşlarda ortaya çıkmasına sebep olmaktadır.

Metabolik sendrom dünyada ve ülkemizde giderek daha fazla sayıda insanı etkilemekte olan önemli bir ölüm nedenidir. Metabolik sendromlu kişilerde kalp damar hastalıkları çok sık görülür ve ölüm riski de buna bağlı olarak artmaktadır. Kan şeker düzeyi diyabet sınırında değilse bile ileriki evrelerde bu hastalığın gelişebilmesine zemin hazırlamaktadır. Bu bireylerin tüm risk faktörleri göz önünde bulundurularak tedavi edilmesi gerekmektedir.

Metabolik anormallikler ve kardiyovasküler risk faktörlerini kapsayan metabolik sendrom daha çok insülin duyarlılığı bozulmuş bireylerde ortaya çıkmaktadır. Metabolik sendromu oluşturan başlıca unsurlar; insülin direnci, karın çevresi yağlanma, yükselmiş kan basıncı, kan yağları anormallikleri ve ürik asit yüksekliğidir. Bahsedilen faktörlerden birinin varlığında mutlaka gerekli tahliller yapılarak diğerleri de araştırılmalıdır. Çünkü bu unsurlar birbirilerini tetikleyebileceği unutulmamalıdır. Örneğin şişmanlık arttıkça şeker, tansiyon ve kan yağları da yükselmektedir.

Metabolik sendrom, insülin direnci sendromu olarak da isimlendirilmektedir; çünkü bu hastalıktaki bulguların hemen hepsi çeşitli dokulardaki insülin reseptörlerinin iyi çalışmamasına bağlıdır. Son yıllarda şişmanlığın insülin direncine neden olmasından çok, insülin direncinin şişmanlığa neden olduğu üzerinde daha çok durulmaktadır. Çünkü yağ dokusu dışındaki dokularda, özellikle de beyin dokusunda insülin etkisi azalınca, organizma aldığı enerjiyi kullanmaktan çok yağ dokusunda depolama yönünde çalışmaktadır.

Metabolik sendrom tedavisinde ilk amaç; insülin direncine neden olan risk faktörlerinin yaşam şekli değişiklikleri ve gerekli tedavi yöntemleri ile kontrol altına alınmasıdır. Yaşam tarzı değişikliği dışında, metabolik sendromu tedavi edebilecek tek bir unsur söz konusu değildir. En uygun tedavi yöntemi kilo kaybının sağlanması, düzenli egzersiz ve sağlıklı beslenme gibi yaşam şekli değişiklerinin sağlanması ve sigara kullanımının sonlandırılmalıdır.

Yaşam tarzı ile doğrudan bağlantılı olan metabolik sendromun tedavisinde başarılı sonuçlara imza atmış bütünsel tıp yöntemi Mora Terapiyi hastalarına uygulayan doktorlarımız, metabolik sendromlu hastalarda iyileşmeye dair Mora Terapi ile gerçekleştirilmek istenen iki amacı: “Birincisi karbonhidrat bağımlılığını azaltmak veya bitirmek, ikincisi ise efektif bir detoksifikasyon ile insülinin etkinliğini artırmak.” şekilde özetlemektedir.

Kilo almaya neden olmasının dışında metabolik sendorumun ortaya çıkmasında da oldukça etkili olan karbonhidrat bağımlılığı için hastanın bağımlısı olduğu şeker, tatlı, çikolata, buğday ekmeği, un ve tuz gibi maddeler tüplere konularak Mora Terapi cihazları aracılığıyla vücuttan silinmektedir. Vücuttaki doku ve sistemler arasındaki iletişimin elektromanyetik frekanslar yardımıyla gerçekleşmesinden yola çıkan Mora Terapi teknolojisi, karbonhidrat bağımlılığı ile tahribata uğramış hücrelerin yeniden sağlıklı hale getirilmesini sağlamaktadır.

Mora terapide, karbonhidrat bağımlılığının vücuttan silinmesi ile hastalanın sağlıklı beslenmesine destek olunarak metabolik sendroma yola açan belirtilerin ortadan kaldırılması amaçlanmaktadır. Metabolik sendromda Mora Terapi tedavileri uygulanırken hastanın bütünsel olarak iyileşmesi ele alındığı için vücudun tüm zararlı maddelerden kurtulması ve aynı zamanda insülin hormonu ile hücre yüzeyindeki insülin reseptörlerinin etkileşiminin gerçekleştiği ortamın (interstisyum- mesenkimal alan) temizlenmesi amacıyla genel bir detoksifikasyon işlemi gerçekleştirilmektedir. Bu şekilde hem vücut zararlı frekanslardan arınmakta hem de vücuttaki insülin etkinliği arttırılmaktadır. Aynı zamanda seans sonrasında bol su içilmesine, dengeli ve sağlıklı beslenilmesine ve düzenli egzersize yönlendirme yapılarak kişilerin sağlıklı bir yaşam tarzı benimsemeleri desteklenmektedir.

1 Aralık 2018 Cumartesi

İNSÜLİN DİRENCİNİZİ KIRMAK İÇİN MORA TERAPİDEN DESTEK ALIN!


İnsülin hormonu, pankreastan salgılanan ve şeker metabolizmasını düzenleyen ana hormonlardan biridir. İnsülin, şeker metabolizmasını düzenlerken “insülin reseptörü” adı verilen bir yapıya bağlanarak aktive olur. Bu reseptör, çeşitli nedenlerle insülinin bağlanmasına izin vermez veya direnç gösterirse; insülin kanda yeterli miktarda olduğu halde görevini yerine getiremez hale gelir.

İnsülin direnci kısaca, vücuttaki şekeri kontrol etmek için salgılanan insülinin etkisini göstermesindeki zorluk olarak tanımlanabilmektedir. Normal şartlarda vücut şekeri 1 ünite insülin ile kontrol altına alabiliyorken insülin direnci olan hastalarda vücut 2-3 ünite insülin salgılamak durumunda kalır.  İnsülin direnci arttıkça, şeker kontrolünü sağlamak için vücutta gereğinden fazla insülin salgısı meydana gelmektedir.



İnsülin direncini sıklıkla genetik yatkınlığı olan bireylerde görülmekle beraber, son zamanlarda giderek kilo artışı olanlarda, özellikle bel çevresinde yağlanma problemi yaşayanlarda, uyku düzeni bozuk veya kalitesiz uyku uyuyanlarda, stresli bir hayata sahip olanlarda, gün içinde çok hareketsiz olanlarda, hızlı ve düzensiz yemek yiyenlerde, sürekli rafine, paketli ürün tüketenlerde görülme riski artmaktadır.

İnsülin direnci kilo alımına, karaciğer yağlanmasına, kalp ve damar hastalıklarına neden olabilmektedir. İnsülin direnci sorunu olanlar spor yapıp dengeli beslenseler dahi kilo vermekte zorlanırlar. Çünkü fazlasıyla salgılanan insülin, alınan gıdaların yağ olarak depolanmasına neden olur. Giderek daha çok salgılanmak zorunda kalınan insülin zaman içinde pankreası yoracağından, zamanla pankreas yetmezliği veya diyabete kadar gidebilen ciddi problemlerin oluşmasına neden olabilmektedir.

İnsülin direncinde beslenmenin ve fiziksel aktivitenin yeri çok önemlidir. Günümüzde çalışma şekillerinin daha çok ofis ortamında ve bilgisayar odaklı olması, ofis ortamında hareketsizlik ve fast food tüketimi çalışanları obezite ile karşı karşıya getirmektedir. Bol kalorili besinleri hızla tüketme zorunluluğu ve hareketsizlik sonucu özellikle bel çevresinde yağlanma görülebilmekte; bu da insülin direnci sendromunun başlamasına neden olabilmektedir.

İnsülin direncinin belirtileri; ağır bir yemek sonrası, şekerli bir gıda yedikten sonra gereğinden fazla bir ağırlık hissi ve uyku hali oluşması, yemekten sonra şekerin kontrolsüz olarak düşmeye başlamasıyla el titremesi, terleme, mide kazınması şikayetleri, kilo almanın kontrol edilememesi, sık sık oluşan tatlı yeme isteği, bel çevresinin giderek yağlanması, karaciğerde yağlanma ve kadınlarda adet düzensizlikleri olarak sıralanabilmektedir.

İnsülin direncinin kırılabilmesinde düzenli egzersizin ve iyi bir beslenme düzeninin önemi büyüktür. Kanda yüksek miktarda bulunan insülini daha da yükseltmemek adına, kişinin besin tercihlerinde glisemik indeksi düşük, protein, lif ve sağlıklı yağlardan zengin besinleri tercih etmesi tok kalma süresinin uzaması ve kandaki insülini yükseltmemesi açısından doğru olacaktır. Bu süreçte, kan şekerinde ani dalgalanmalara sebebiyet verebilecek, basit şekerler, glisemik indeksi yüksek gıdalar ve paketli ürünler kesinlikle tüketilmemelidir. Meyveler tavsiye edilen miktarlarda ve saatlerde tüketilmelidir. Doğru pişirilen veya doğru servis edilen sebzeler ve et-tavuk-balık gibi protein grubu besinler beslenme planına dahil edilmelidir. Ceviz, fındık, badem gibi kuruyemişler ve zeytinyağı gibi sağlıklı yağların ve yoğurt-kefir gibi probiyotik içerikli süt ürünlerinin diyete eklenmesi önerilmektedir. Probiyotik kullanımı, omg 3 takviyesi, Dvitamini takviyesi bu süreçte en büyük destekçileriniz olacaktır.

Mora terapi ile insülin hormonu ile hücre yüzeyindeki insülin reseptörlerinin etkileşiminin gerçekleştiği ortamın temizlenmesi-detoksifikasyonu- gerçekleştirilmektedir. Bu sayede hücreler insüline karşı daha duyarlı hale gelmekte ve insülinin kullanılabilirliği artmaktadır. Bu konuda daha çok çalışmaya ihtiyaç duyulmaktadır ancak, Mora Terapi ve doğru beslenme kombinasyonu ile genel sağlıkta gözle görülür düzelmeler saptanmaktadır. Doğru beslenme için ise yapılabilecek Mora Terapi kilo seansları ile yeni beslenme düzenine uyum kolaylaşarak, tedavi süreci hızlanabilmektedir. 

10 Nisan 2016 Pazar

Mora Terapi’de Diyabet tedavisi


Halk arasında şeker hastalığı olarak bilinen diyabet, pankreasın yeterli insülin üretememesi veya vücudun ürettiği insülini etkili bir şekilde kullanamaması sonucu oluşan ömür boyu devam eden kronik ve insülin üreten hücrelerin azalması ile devam eden bir hastalık türüdür.

Günlük yaşamda gerekli aktiviteleri sürdürebilmemiz için vücudumuz, glukoz denilen bir tür şekere ihtiyaç duyar. Glukoz, tükettiğimiz gıdalarla özellikle de nişastalı ve şekerli olanlarla alınır. Sindirim işlemi sayesinde bu gıdalardaki nişasta ve şeker glukoza çevrilerek kana karışır. Ancak, kandaki glukozun enerji olarak kullanılabilmesi için bir işlem daha gereklidir. Bu işlem vücutta pankreas adı verilen bir organın sağladığı insülin tarafından gerçekleştirilir.

Sağlıklı işleyen bir metabolizma da besinler, vücudun başlıca yakıtı olan glukoza (şeker) dönüşmek üzere bağırsaklarımızda parçalanırlar. Parçalandıktan sonra bu glukoz bağırsaklardan kana geçer ve kandaki şeker düzeyi yükselmeye başlar. Sağlıklı bireylerde kana geçen glukoz pankreastan salgılanan insülin hormonu yardımıyla hücrelerin içine taşınır.

Şayet insülin hormonu vücudumuzda olmazsa ya da etkisi bozulmuş ise şeker hücrenin içine taşınamayacağı için, glukoz kanda artarak şeker hastalığı dediğimiz kan şekeri yükselmesi (Hiperglisemi) gelişmiş olur. Bu kan şekeri yüksekliği sürekli olarak devam edecek olursa organlarımızda (sinir, göz, kalp, böbrek vs) zaman içerisinde ciddi bozukluklara neden olur.

Mora Terapi

Herkeste ve her yaş grubunda teşhis edilebilir olan diyabete ailesinde diyabetli kişiler olanlar, kilolu kişiler ve stres altında yaşayan kişilerde rastlanma oranı daha yüksektir. Sık idrara çıkma, ağız kuruluğu, çok su içme, cilt yaralarının geç iyileşmesi, kuru ve kaşıntılı bir cilt, el ve ayaklarda uyuşma belirtilerinin olduğu diyabet tedavisinde yan etkisi olmayan bütünsel tıp yöntemi Mora Terapi ile başarılı sonuçlar elde edilir. Mora Terapi’nin diyabette kullanımı ve başarısı Mora Terapi’nin bağımlılık tedavilerindeki başarısında saklıdır. Tedavi başarısı birçok bağımsız test ile kanıtlanmış Mora Terapi’de, hastaların genelinde var olan karbonhidrat bağımlılığı ve aşırı kalori alımına neden diyabetin oluşum süreci en önemli faktördür. Hastalara Mora Terapi ile uygulanan seanslar sayesinde ekmek, un, şeker, çikolata ve diğer bağımlılıklar tedavi edilir ve kişinin aşırı kalori alma isteği ortadan kaldırılır. Hastada Postprandial Hiperglisemi atakları engellenip insülin direncine giden süreç sekteye uğratılır.