kilo vermek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kilo vermek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Şubat 2019 Cuma

İDEAL KİLOYA DÜŞMEK, SAĞLIKLI KİLO VERMEK NEDEN ÖNEMLİDİR?


Kilo vermek dendiğinde ilk akla gelen genel olarak dış görünüşteki değişikliklerdir. Aslında kişi kilo verdiğinde dış görünüşündeki değişimlerin yanı sıra vücudunda da bedensel, zihinsel ve psikolojik açıdan birçok olumlu değişim meydana gelmektedir. 

Kilo verirken en önemli noktalardan biri de sağlıklı kilo verebilmektir. Kısa zamanda fazla kilo vermeyi vaat eden diyetlerden uzak durulmalıdır. Bütünsel olarak sağlıklı olabilmek için kilo verme çalışmaları uzun vadeli çözümler sunmalı ve sağlıklı yöntemler ile yapılmalıdır. 

Kilo verdiğinizde vücudunuzdaki değişimleri fark edebilmeniz için ilk aşamada ideal kilonuza düşmeniz şart değildir. Kilo verme sürecinde %5-10 oranında kilo kaybından itibaren vücudunuzdaki olumlu değişimleri fark etmeye başlayabilirsiniz.

İnsülin direnci son zamanlarda sıkça duyduğumuz bir sağlık problemidir. Kandaki yüksek seyreden insülin seviyesi, özellikle bel bölgesinde yağlanma, düzensiz kolesterol seviyeleri, bazen erkeklerde saç dökülmesine, kısırlığa ve kadınlarda hormonel bozukluklar meydana getirebilmektedir. Yapılan araştırmalarda yüzde 5-10 oranında kilo kaybının, insülin düzeylerini önemli ölçüde düşürdüğü ve bu nedenle bu koşulların tersine çevrilmesine yardımcı olduğu saptanmıştır. Aynı zamanda özellikle Tip 2 Diyabet hastalarında kilo kaybı ve düzenli egzersiz ile hastalık sonucu oluşabilecek semptomların oluşumu engellenebilmektedir. Bu şekilde ilaç kulanımı da eşit oranda azalacaktır.


Fazla vücut ağırlığı, hipertansiyon vakalarının yaklaşık yüzde 25-30’unu oluşturmaktadır. Artan vücut ağırlığı kan basıncının yükselmesine neden olabilmektedir. Yüzde 5-10’luk bir kilo kaybıyla kan basıncı ortalama 5 mmHg azalmaktadır. Aynı zamanda sağlıklı beslenme ve düzenli egzersiz ile kilo kaybı sağlandığında kan kolesterol ve yağ asidi miktarında da azalma olmaktadır.

Kalp sağlığı da fazla kilolardan büyük ölçüde etkilenmektedir. Kilo problemi olan bireylerde, kalbin çalışma düzeni bozulmaktadır. Kalp gereğinden fazla zorlanmaya başladığında, kalp krizi riski artmaktadır. Bu risk, sağlıklı diyet ve düzenli kilo yönetimi ile uzun vadeli kilo verme çalışmalarıyla azaltılabilmektedir. İdeal kiloya düşmek, kalp üzerindeki baskıyı azaltmakta ve kalbin normal işlevine ve çalışma temposuna dönmesini sağlamaktadır.

Fazla kilolardan dolayı, vücuttaki kemik ve kaslarda zorlanmalar meydana gelmektedir. Sağlıklı beslenme planı ve düzenli bir yaşam tarzıyla kas ve kemiklerde meydana gelebilecek ağrılar ve eklemler üzerindeki fazla yük azalmaktadır. Kilo verme ile vücut daha verimli çalışmaya başlamaktadır. Öncesinde vücudu zorlayan aktiviteler, vücudu eskisi kadar zorlamamaya başlamaktadır. Bunun nedeni fiziksel olarak kondisyonun daha iyi hale gelmesidir. Kilo verildikçe kişi kendisini daha hafif hisseder ve daha az yorulmaya başlar. Aynı zamanda araştırmalara göre, kilo verme sonrası, yaralanmalardan sonra iyileşme süresi kısalmakta, virüslerden ve enfeksiyonlardan korunma düzeyi artmaktadır.

Kilo vermeye başlandığında; kişi kendini duygusal açıdan daha iyi hissetmeye başlamaktadır. Kilo verme beslenme planını düzgün bir şekilde uygulayan ve günlük egzersizlerini yaparak zayıflayan kişilerde özgüven ve mutluluk seviyeleri artmakta, depresyon riski de azalmaktadır. Kişi sağlıklı beslenme ve aktivite davranışlarını kazanarak, hedeflediği kiloya inmeye başladığında ise özgüveni artabilmektedir. Mutluluk artışının başlıca sebebi olarak görünümdeki ilk değişimler ve başarmanın verdiği gurur duygusu olduğu düşünülmektedir. Bedendeki ‘mutluluk’ kimyasalları ilk sonuçlar görülmeye başladığı andan itibaren salgılanmaya başlar ve kilo kontrol döneminde seviyeleri sabit kalmaya devam etmektedir. Kilo vermek stres seviyelerini de azaltmaktadır. Bu süreçte kişi kendini daha rahat hissetmeye başlar. Spor ve egzersiz yaparken vücut mutluluk ve tatmin duygusu oluşturan endorfin gibi maddeler salgılayacağından sağlıklı beslenme programlarına egzersizin eklenmesi önemlidir.

Mora ile kilo verme terapisinde temel amaç hızlı kilo vermek değil, sağlıklı ve kalıcı kilo vermektir. Kilo terapilerinde danışanların uzaklaşamadıkları sağlıksız gıdalara karşı isteksizlik oluşturularak, bağırsak sağlığını bozabilecek zararlı etkiler ortadan kaldırılmaktadır. Bağırsak terapisi ile birlikte genel frekans temizliği de yapıldığından kan değerlerindeki, kan basıncındaki, hormonlardaki dalgalanmalar düzenlenebilmektedir. Aynı zamanda kişiler renk terapileri ile psikolojik olarak da desteklenmektedir. Mora terapi ile sağlıklı ve mutlu şekilde kilo vererek bütünsel sağlığınızı geri kazanabilirsiniz.




7 Aralık 2018 Cuma

ÇAĞIMIZIN HASTALIĞI METABOLİK SENDROMA MORA TERAPİ YAKLAŞIMI


Metabolik sendrom; insülin direnci zemininde gelişen, karın çevresi yağlanma, obezite, glukoz intoleransı veya diyabet, kan yağlarının düzensiz seyretmesi, hipertansiyon ve koroner arter hastalığı (KAH) gibi sistemik bozuklukların birbirine eklendiği ölümcül bir hastalıktır. Metabolik sendrom ayrıca insülin direnci sendromu, sendrom X, polimetabolik sendrom, ölümcül dörtlü ve uygarlık sendromu gibi farklı terimlerle de tanımlanmaktadır.



Türkiye’de gerçekleştirilmiş bir çalışmaya göre, 2000 yılı itibariyle Türkiye genelinde 30 yaş ve üzerindeki 9,2 milyon kişide metabolik sendrom mevcuttur. Ülkemizde metabolik sendrom görülme sıklığı, erkeklerde %28, kadınlarda ise %40 gibi oldukça yüksek değerlerdedir.

Metabolik sendrom görülme sıklığı tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de artış göstermektedir. Sendroma en yatkın kişiler ise oturarak çalışan, düzensiz beslenen, yoğun stres altında çalışanlardır. Hareketsiz yaşam tarzı, fast-food alışkanlığı, sigara kullanımı ve özellikle stres, sendromun giderek daha erken yaşlarda ortaya çıkmasına sebep olmaktadır.

Metabolik sendrom dünyada ve ülkemizde giderek daha fazla sayıda insanı etkilemekte olan önemli bir ölüm nedenidir. Metabolik sendromlu kişilerde kalp damar hastalıkları çok sık görülür ve ölüm riski de buna bağlı olarak artmaktadır. Kan şeker düzeyi diyabet sınırında değilse bile ileriki evrelerde bu hastalığın gelişebilmesine zemin hazırlamaktadır. Bu bireylerin tüm risk faktörleri göz önünde bulundurularak tedavi edilmesi gerekmektedir.

Metabolik anormallikler ve kardiyovasküler risk faktörlerini kapsayan metabolik sendrom daha çok insülin duyarlılığı bozulmuş bireylerde ortaya çıkmaktadır. Metabolik sendromu oluşturan başlıca unsurlar; insülin direnci, karın çevresi yağlanma, yükselmiş kan basıncı, kan yağları anormallikleri ve ürik asit yüksekliğidir. Bahsedilen faktörlerden birinin varlığında mutlaka gerekli tahliller yapılarak diğerleri de araştırılmalıdır. Çünkü bu unsurlar birbirilerini tetikleyebileceği unutulmamalıdır. Örneğin şişmanlık arttıkça şeker, tansiyon ve kan yağları da yükselmektedir.

Metabolik sendrom, insülin direnci sendromu olarak da isimlendirilmektedir; çünkü bu hastalıktaki bulguların hemen hepsi çeşitli dokulardaki insülin reseptörlerinin iyi çalışmamasına bağlıdır. Son yıllarda şişmanlığın insülin direncine neden olmasından çok, insülin direncinin şişmanlığa neden olduğu üzerinde daha çok durulmaktadır. Çünkü yağ dokusu dışındaki dokularda, özellikle de beyin dokusunda insülin etkisi azalınca, organizma aldığı enerjiyi kullanmaktan çok yağ dokusunda depolama yönünde çalışmaktadır.

Metabolik sendrom tedavisinde ilk amaç; insülin direncine neden olan risk faktörlerinin yaşam şekli değişiklikleri ve gerekli tedavi yöntemleri ile kontrol altına alınmasıdır. Yaşam tarzı değişikliği dışında, metabolik sendromu tedavi edebilecek tek bir unsur söz konusu değildir. En uygun tedavi yöntemi kilo kaybının sağlanması, düzenli egzersiz ve sağlıklı beslenme gibi yaşam şekli değişiklerinin sağlanması ve sigara kullanımının sonlandırılmalıdır.

Yaşam tarzı ile doğrudan bağlantılı olan metabolik sendromun tedavisinde başarılı sonuçlara imza atmış bütünsel tıp yöntemi Mora Terapiyi hastalarına uygulayan doktorlarımız, metabolik sendromlu hastalarda iyileşmeye dair Mora Terapi ile gerçekleştirilmek istenen iki amacı: “Birincisi karbonhidrat bağımlılığını azaltmak veya bitirmek, ikincisi ise efektif bir detoksifikasyon ile insülinin etkinliğini artırmak.” şekilde özetlemektedir.

Kilo almaya neden olmasının dışında metabolik sendorumun ortaya çıkmasında da oldukça etkili olan karbonhidrat bağımlılığı için hastanın bağımlısı olduğu şeker, tatlı, çikolata, buğday ekmeği, un ve tuz gibi maddeler tüplere konularak Mora Terapi cihazları aracılığıyla vücuttan silinmektedir. Vücuttaki doku ve sistemler arasındaki iletişimin elektromanyetik frekanslar yardımıyla gerçekleşmesinden yola çıkan Mora Terapi teknolojisi, karbonhidrat bağımlılığı ile tahribata uğramış hücrelerin yeniden sağlıklı hale getirilmesini sağlamaktadır.

Mora terapide, karbonhidrat bağımlılığının vücuttan silinmesi ile hastalanın sağlıklı beslenmesine destek olunarak metabolik sendroma yola açan belirtilerin ortadan kaldırılması amaçlanmaktadır. Metabolik sendromda Mora Terapi tedavileri uygulanırken hastanın bütünsel olarak iyileşmesi ele alındığı için vücudun tüm zararlı maddelerden kurtulması ve aynı zamanda insülin hormonu ile hücre yüzeyindeki insülin reseptörlerinin etkileşiminin gerçekleştiği ortamın (interstisyum- mesenkimal alan) temizlenmesi amacıyla genel bir detoksifikasyon işlemi gerçekleştirilmektedir. Bu şekilde hem vücut zararlı frekanslardan arınmakta hem de vücuttaki insülin etkinliği arttırılmaktadır. Aynı zamanda seans sonrasında bol su içilmesine, dengeli ve sağlıklı beslenilmesine ve düzenli egzersize yönlendirme yapılarak kişilerin sağlıklı bir yaşam tarzı benimsemeleri desteklenmektedir.

18 Mayıs 2018 Cuma

PREBİYOTİKLER SİNDİRİM SİSTEMİMİZİ NASIL DESTEKLER?



Son zamanlarda sürekli konuşulan, bağırsaklarımızın doğru çalışabilmesi ve bununla birlikte tüm vücudumuzun sağlıklı olabilmesi için gerekli probiyotiklerin, vücudumuz için daha yararlı olabilmelerini destekleyen prebiyotiklerden bahsetmek istiyoruz bu yazımızda.  Nedir bu prebiyotikler?
Sindirim sistemimizde, sindirime uğramadan kalın bağırsaklara kadar ulaşabilen, kalın bağırsaktaki faydalı bakteri gruplarının (Bifidobacterium ve Lactobacilluslar gibi) besin olarak kullanabildikleri, bu bakterilerin çoğalabilmelerini ve aktivite gösterebilmelerini destekleyen besin bileşenlerine prebiyotik denmektedir. Kısaca probiyotiklerimizin enerji kaynaklarıdır diyebiliriz.

Prebiyotikler, besin lifleri olarak da tanımlanabilir ancak her lifli besinin prebiyotik olmadığı unutulmamalıdır. Bir besini prebiyotik olarak sınıflandırabilmemiz için, sindirime dirençli olması, kalın bağırsaklardaki sağlık için gerekli bir veya belirli sayıda bakteri tarafından kullanılabiliyor olması, bu bakterilerin büyümesini ve aktivite gösterebilmesini sağlaması gerekmektedir.

Prebiyotikler çoğu etkilerini kendileri değil, bağırsaklardaki yararlı bakterilerin üzerinde yaptıkları değişikliklerle gösterirler. En önemli görevlerinden bazıları; probiyotiklerin bağırsaklarda yaşayabilmeleri ve aktivite gösterebilmelerini sağlayarak, vitamin sentezi ve mineral madde emilimini artırmak, bağışıklık sistemini güçlendirmektir. Aynı zamanda sindirim sistemini düzenlerler, bağırsaklarda zararlı bakterilerin üremelerine engel olurlar, kalın bağırsak kanseri riskini azaltırlar ve kan kolesterol düzeylerini düşürürler.

Peki prebiyotikleri günlük beslenmemize nasıl ekleyebiliriz? Prebiyotik açıdan zengin besinlere; Hindiba, enginar, taze fasulye, nohut, buğday, arpa, çavdar, soğan, sarımsak, muz, kuşkonmaz, pırasa, yer elması, bamya, yeşil bakla, pazı, ıspanak, lahana, karnabahar, brokoli, kerevizin yeşil yaprakları, semizotu, bulgur, mercimek, keten tohumu, kuru fasulye ve barbunya örnek olarak verilebilmektedir.

Türk Gıda Kodeksi Etiketleme Yönetmeliği’nde, beklenen etkilerin görülebilmesi için prebiyotik bileşen tüketiminin en az 5gr/gün olması gerektiği belirtilmiştir. Günlük olarak besinlerden karşılanabilecek doz kişinin tolerasyonuna göre değişmektedir. Genel bir örnek verecek olursak; bir porsiyon pırasa yemeği veya bir küçük boy muz veya bir küçük boy soğan/sarımsak günlük ihtiyacımızı karşılayabilmektedir. Her gün prebiyotik açısından zengin besinlerden en az 1-2 tanesini diyetimize eklemek faydalı olacaktır. Prebiyotiklerin besinlerle alımının yetersiz olduğu düşünüldüğü durumlarda gıda takviyesi olarak mutlaka beslenme planına eklenmelidir.

Mora terapi yöntemi ile çalışılan kilo kontrolü, metabolik sendrom, insülin direnci, bağırsak mantarı temizliği ve geçirgen bağırsak sendromu gibi pek çok rahatsızlıkta, kişilere verilen probiyotikler, prebiyotiklerle desteklenmektedir.


24 Mayıs 2016 Salı

Mora Terapi'nin çeşitli sağlık sorunlarında etkisi


Temel amacı vücuttaki normal olmayan işleyişi biorezonans yöntemiyle normal ve sağlıklı haline döndürmek olan Mora Terapi, vücudun kendi doğal frekanslarını kullanarak çeşitli sağlık sorunlarına herhangi bir yan etkiye yol açmadan çözüm sunuyor. Sigara ve alkol bağımlılığında çölyak hastalığına, bağırsak florası temizliğinden duygu durumu bozukluğuna kadar uzanan geniş yelpazede Mora Terapi sorunlara çözüm yolu sunuyor.




21 Ocak 2016 Perşembe

Hayalimiz gerçeğe dönüşüyor: Aç kalmadan zayıflamak mümkün

Toplumsal çalışmalara, uyarılara ve önlemlere rağmen modern yaşamın hayatımıza kattığı tüketim alışkanlıkları ve düzensiz beslenme biçimi bize kontrol etmekte güçlük çektiğimiz kiloları miras bıraktı. Fazla kilolar konusunda yanlış beslenme, insülin direnci, hareketsizlik ilk sıraya yazılabilecek nedenler olarak anılırken basit psikolojik travmaların dahi beslenme alışkanlıklarını değiştirebildiği bilmekte.

Kilo vermenin bazılarımız için adeta bir işkenceye dönüştüğü ve defalarca denemenin sonunda elde kalan hayal kırıklığı malum. Aç kalmadan zayıflatacak yöntemleri dört gözle arar olduk, yeme alışkanlığını değiştirerek kilo vermek ise epey zorlayan bir süreç. Çocukluğundan itibaren edindiği yeme alışkanlıklarını bir an değiştirmek zorunda kalan bireyler aynı zaman psikolojik olarak da baskı altında kalıyor ve bu da kilo vermeyi neredeyse imkansız hale getiriyor.

Diyet yapıyor hissi yaşatmadan yeme istediğimiz azaltan tamamlayıcı tıp yöntemi Mora terapi cihazları;ekmek, makarna, hamur işleri, tatlılar gibi karbonhidrat içeren besinler ile tuz, kahve, çay ve alkol gibi metabolizmaya zarar veren gıdaları yeme isteğinizi ortadan kaldırıyor. Türkiye’de 100’den fazla merkezde uygulanan bu tamamlayıcı tıp yöntemini kullanan bireyler, ilk seansta yemek alışkanlıklarında fark edilir değişim yaşandığını ve asıl etkinin 2. seansı takip eden günlerde ortaya çıktığını dile getiriyor.




Yeme alışkanlığında iyileşme


Zayıflama programlarının işe yaraması ve kalıcı olmasında en önemli faktörünün kişinin diyet haline psikolojik uyum sağlayabilmesidir.Yeme alışkanlığında yapılacak pozitif bir düzenlemeyle uzun diyet listelerinin içinde kaybolmayan bireyler daha mutlu ve sağlıklı kilo veriyor.Kilo verme konusunda özellikle zorluk çekilen konulardan olan tatlı yeme isteğinin terapi sonrası ortadan kalkması bireyi psikolojik olarak da rahatlatıyor.

Vücudumuzdaki doku ve sistemler arasındaki iletişimin elektromanyetik frekanslar yardımıyla gerçekleştiğinden yola çıkarak; metabolizmamızdaki rafineri karbonhidrat bağımlılığını bu elektromanyetik frekanslarla silen, yeme isteğini azaltan ve insülin direncini azaltan Mora terapi, sağlıklı şekilde verilen kiloları korumayı da kolaylaştırıyor. Zararlı ve toksik madde frekanslarının vücuttan silinmesiyle yapılan seanslar sonrası bireyler eskiye oranla; bağışıklık sistemi daha güçlü, vücutta birikmiş toksik maddelerden arınmış ve daha sağlıklı olarak yaşamını sürdürüyor. Biyofiziksel süreçler ile vücudu temel olarak kilo vermeye zorlamayan bu yöntemi kullanan bireyler metabolizmalarındaki dengelenmeyi ve sağlıklı deviminin kısa süre içinde farkına varıyor. Rahatlayan ve sağlıklı bir şekilde kilo kontrolünü sağlayan bireyler pek çok fiziksel rahatsızlıklarının da iyileştiğini gözlemliyor. Anormal olan ve anormalliğin aşırı uçlarda olduğu durumları normalleştirmenin mümkün olabildiğini bilmekteyiz. Söz konusu dengesizliğin giderilmesi amaçlayan Mora terapi yöntemi de tam bu noktadan hareketle bireyin metabolizmasını ve enerjisini dengeliyor.



19 Eylül 2014 Cuma

Mora Terapi ile Zayıflama Deneyimi

Haydi buyrun "bu da nereden çıktı şimdi?" demeyin, haklısınız. Vallahi ben bile kendime şaşırdım.

Hayatım boyunca öyle sık sık ya da düzenli bir periyotta estetik merkezlerine giden bir olmadım. Hatta krem bile kullanmadım desem gayet doğru olur. Ben bu tip işlerde biraz üşengecim. Banyo bitiminde Johnson's Baby bebek yağını yüzümden tabanıma kadar sürer iki dakika bekler tekrar bir duşlanır çıkarım. Bütün bakımım bu kadar. Toplasan hayatımda üç yada dört kez bir estetik merkezine gitmişim. Bunlardan biri de Uzman estetisyen Servet Çetin hanımın Eskişehir'deki güzellik merkezi..

Servet hanım son derece konusunda bilgili, son derece güler yüzlü, konuşması zevkli, hoş ve zarif bir hanım nasıl olmuşta dostluğumuz uzun bir ara vermiş bilemedim. Ama mailini okur okumaz hatırladım ve hemen aradım. Uzunca hasret giderdiğimiz konuşmamızın sonunda dedi ki;

"Hürriyet'çiğim müsait olur olmaz bana geliyorsun ve sana Mora Terapi uygulamaya başlayıp o hiç sevmediğin listelerden birini veriyorum."

ŞOK! İmdat uzun zamandır görüşmediğim bir dost ve diyet listesi. Allah'tan o Eskişehir'de ben İstanbul'dayım üstelik Mora Terapi diye bir şey hiç duymamışım.

"Bebeğim Eskişehir'e bu aralar gelmem biraz zor" dedim.

İKİNCİ ŞOK! Servet Hanım Eskişehir'den İstanbul'a transfer olmuş ve Uzmanlar Estetik adlı kuruluşun yöneticisi ve kendisi Uzman estetisyenliğin yanı sıra Mora Terapist. Kaçar yanım kalmadı.

Tabii ki gittim. Harika bir estetik merkezi "Uzmanlar Estetik" pırıl pırıl, ışıl ışıl... Uzmanlar Tıp Merkezi de varmış. Servet Hanım Mora Terapi hakkında bana şöyle bilgiler verdi (kısa geçiyorum çünkü işlemler sırasında çektiğimiz videolarla size kendisi tüm detayı anlatacak):

Mora-Terapi ile hamur işi, ekmek, makarna, tatlı, çikolata yada benzeri yiyeceklere olan düşkünlük siliniyormuş. Açlık hissi azalıyormuş. Enerji dengelendiği için psikolojik durum rahatlıyor ve bir yandan da vücut ağrıları azalıyormuş. İnanılmaz ilginç geldi. Ben her şeyin beyinde bittiğine inananlardanım. Tabii ki tek faydası zayıflamaya yardımcı olmak değil. Sigara bırakmak, uyuşturucu ve alkol tedavisi ve bir çok kullanıldığı alan varmış zamanla tek tek size anlattıracağım. İnandım ve Mora Terapiye başladım.


 .


 Çiplendim ben:))



Hürriyet Turnalı/hport.com.tr
http://www.hport.com.tr/hurriyet-turnali/kendimi-bastan-yaratiyorum-5-mora-terapi-ile-zayiflanir-mi-mora-terapi-nedir

2 Eylül 2014 Salı

Kilomuzu Korumak Kilo Vermekten Daha Zor

Uzman Diyetisyen Pınar Kural Enç, kiloyu vermek kadar korumanında sağlık açısından son derece önemli olduğunu söyledi.
Enç, konuya ilişkin olarak yaptığı açıklamada, “Fazla kilolarınızdan kurtuldunuz. Ya tekrar geri alırsak diye mi endişeleniyoruz. Peki, şimdi ne yapmak gerekiyor? Eski yeme alışkanlıklarımıza geri dönüp, nasıl olsa 1-2 kilodan bir şey olmaz deyip, eskisi gibi kontrolsüz yemeğe mi başlayacağız? Tabii ki hayır. Kilo vermenin devamı olarak kilo kontrolünde olmanızda önemli” diye konuştu.
Uzman Diyetisyen Pınar Kural Enç konu ile ilgili yaptığı değerlendirmede şunları kaydetti; “Öncelikle hiçbir zaman unutmamız gereken nokta koruyabileceğimiz ağırlık hedef noktamız olmalı ve doğru bir diyet programından sonra her zaman beslenmemizi kontrol altında tutmalıyız.
Aslında birçoğumuz da kilo korumanın, kilo vermekten daha zor olduğunu birkaç kez deneyimlemişizdir. Kiloyu koruma konusunda yetersiz kalınması, iki temel nedene bağlanabilir.
Birincisi; Gerçekçi olmayan ve ulaşılamaz hedefler belirlenmesidir. Sonuca ulaşılsa dahi o kiloyu korumanın oldukça zor olur çünkü ulaşılan kilo bireyin sabitlemek de zorlanacağı kilodur ve birey bu kiloyu uzun süreli koruyamayacaktır. Bunun sonucunda da birey kendini kısır bir döngünün (kilo alıp-verme) içinde bulacaktır.
İkincisi ise; Bireyler, zayıflama programında kazandıkları olumlu beslenme alışkanlıklarını devam ettirmezler ve program süresince yaptıkları aktiviteyi bırakırlarsa, kiloyu koruyamama ve tekrar kilo almaları olasıdır. Diyet yaparken ,koruma zamanında kesinlikle uygulayamacağımız kuralları uzmanınızla belirleyerek diyette yer vermediğimizde korumamız çok daha kolay olur.
Bu programlarda ki genel amaçta; kaybedilen kiloların tekrar geri alınmasını önlemek veya minimum düzeyde olmasını sağlamak ve sağlıklı-dengeli beslenmeyi yaşam şekli haline getirmektir.
“Yine mi diyet yapmam gerekiyor? Ben hiçbir zaman, istediğim gibi yemek yiyemeyecek miyim?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim.


 Tabi ki istediğimiz, sevdiğimiz, keyif aldığımız besinleri tüketebileceğiz ancak kilo almak istemiyorsak yapılan aktivite yani harcanan enerji ile alınan enerjiyi dengede tutmamız gerekiyor.
Örneğin; özel bir gündesiniz (doğum günü, parti, kokteyl, yılbaşı, bayramlar, arkadaşlarla buluşma, akşam yemeği gibi) burada 3 seçiminiz olduğunu düşünün ve hangisini seçmek istediğinize siz karar verin.
* Bugün sizin doğum gününüz ve arkadaşlarınız akşam için size sürpriz bir parti hazırlamış. İlk önce yemek yiyeceksiniz, sonra mumlarınızı üfleyeceksiniz. Oysa siz daha yeni fazla kilolarınızdan kurtulmuşsunuz ve kilonuzu korumak istiyorsunuz.

Pratik püf noktaları ile özel zamanlardan dolayı oluşan veya biraz kaçırdığınızdan dolayı kilo almaya başladığınızı hissettiğinizde acil önlemler diyelim birlikte;
Günlük sıvı tüketimimizi hemen kontrol altına alarak daha fazla su ve aynı zamanda sıvı grubunda yer alan ödem atabileceğimiz bitki çaylarından tüketimizi arttıyoruz
Aktivitemiz eskisine göre azaldımı? 15 dk ekleyeceğimiz aktivite haftada 105 dk,ayda da 420 dk daha fazla enerji kaybettiğimizi gösterir,o zaman hemen başlıyalım.
Gelelim beslenmemizle ilgili alacağımız önlemlerimize,aralıklı beslenmek yani ara öğün atlamamak olmazsa olmazımız diyelim.
Porsıyonlarımızı küçültmek hemen ve çok rahat kontrolunu sağlayabileceğimiz bir önlemimiz .
Ana öğünlerimizden birine hemen ızgara içerikli bir salata eklemek veya akşam öğünümüzde bir hafta 1 yumurtalı menemen ve yanında 2 dilim tahıllı ekmek ekleyebiliriz.
Ara öğünlerimizde metabolizmamızı hızlandirmamız şart ve bunun için hem tok tutacak hemde protein alımımızı arttıracak 3 tam ceviz veya 10 fındık veya 10 badem tercih edelim.
Tatlıda canımız istiyor ama hemen 1-2 kilo da vermek istiyoruz o ama 1 bardak yağsız sıcak süte 1 dal tarçın çubuğu bekletelim ve ara öğün olarak yanında tahıllı 1-2 adet kurabiye ile diyetimizi renklendirebiliriz.
Hem antioksidan etkisi olan hem kan yapıcı özelliği olan aynı zamanda mevsim meyveside olan NAR ,kış aylarında yavaşlayan metabolizmamız için super bir tercihimiz olmalı,püf noktaları ile sağlıklı ve formda günler diliyorum.”
http://www.stargundem.com/ajanslar/kiloyu-vermek-kadar-korumakta-onemli-691374.html

16 Haziran 2014 Pazartesi

Sağlıklı ve Kalıcı Kilo Vermek

Hızlı kilo verdiren birçok diyet her bahar olduğu gibi yine herkesin gündeminde. Ancak hızlı kilo verdiren diyetler kalp sağlığı açısından tehlike yaratıyor. Uzun süren açlıklar, tek tip besinlerin alındığı diyetler ve tüm kış hareketsiz kalan bedenin birden egzersizle tanışması… Hızlı kilo vermek uğruna yapılan tüm bu davranışlar kalp sağlığını olumsuz etkiliyor. Sağlığı tehlikeye atmadan zayıflamanın en önemli kurallarından birinin verilen kilonun haftada 0,5-1 kiloyu aşmamak olduğunu belirten Kardiyoloji Uzmanı Dr. Utku Zor, kalp sağlığını zorlayan diyetlere dikkat çekti. Dr. Zor'a göre zayıflamak isterken kalp sağlığını bozan 5 hata şöyle:




1- Uzun süreli açlık tansiyonu ve kan şekerini etkiler: Kısa süre içerisinde fazla kilo vermek isteyenlerin yaptığı en önemli hatalardan biri şok diyetler. Bu diyetlerde uzun süreler aç kalınıyor ve öğünlerdeki yemek miktarları çok az oluyor. Öğün atlayarak yapılan diyetlerde ilk olarak metabolizma bu durumdan etkileniyor. Tansiyonda ani düşüşler ve kan şekerinde düzensizlikler meydana geliyor. Bu durumu takiben de aşırı halsizlik, baygınlık gibi sorunlar yaşanabiliyor.

2- Şok diyetten sonra hızla alınan kilo, diyabet riskini artırır: Şok diyetlerle verilen kilolar genellikle çok hızlı bir şekilde geri alınıyor. Yaza zayıf girmek sağlansa da sonbaharda diyetin bırakılmasıyla birlikte kilolar verilenden daha hızlı bir şekilde alınıyor. Ani kilo vermek ve ardından hızlı şekilde almak insülin direncine yol açarak şeker metabolizmasında dalgalanmalara neden olabiliyor. Bu tür dalgalanmalar da kişinin ileride şeker hastalığına yakalanma riskini artırıyor.

3- Ani kilo alıp vermek kalp krizi riskini artırır: Beslenme düzeninde yapılan ani değişiklikler, kolesterol profilinde de dalgalanmalar yaşanmasına neden oluyor. Kısa sürede yüzde 10 veya daha fazla kilo artışı olan orta yaşlı bireylerde ilerleyen yıllarda kalp krizi riskinin arttığı gözlemleniyor.

4- Protein diyetleri kolesterolü dengesini bozabilir: Son zamanlarda sıklıkla tercih edilen tek tip beslenmenin uygulandığı diyetler ilk etapta hızlı kilo vermeyi sağlıyor. Ancak uzun süre yapıldığında vücutta pek çok dengenin alt üst olmasına neden olabiliyor. Sadece proteinden zengin gıdaların alınması kolesterol profilini olumsuz etkileyebiliyor. Hayvansal gıdaların sık olarak tüketilmesi kolesterol ve doymuş yağ oranını artırıyor. Bu diyetlerle kilo kaybı yaşansa da kişilerin kötü kolesterol düzeyleri artıp, iyi huylu kolesterol düzeylerinde düşüş yaşanıyor. Ayrıca fazla protein alımının diyabet riskini artırdığı yakın zamanda açıklanan çalışmalar ile gösteriliyor.

5- Spora aniden yüklenmek kalp krizi riskini artırır: Kış boyunca hareketsiz kalanların bahar aylarında zayıflamak için spora başlaması ve vücuda hızlı bir şekilde yüklenmesi kalp krizine bile neden olabiliyor. Özellikle 40 yaşın üzerindeki bireylerde tansiyon ve kolesterol yüksekliği gibi sorunlar da yaşanıyorsa spora başlamadan önce mutlaka bir kardiyoloji hekimine muayene olmaları öneriliyor.

KALP SAĞLIĞINI KORUYARAK ZAYIFLAMAK MÜMKÜN
1- Şok diyetlerden kaçının: Ani kilo alıp vermeler kolesterol ve şeker metabolizmasında dalgalanmalara neden olabiliyor. Bu durum da şeker hastalığı ve kalp krizi gibi risklerini beraberinde getirebiliyor.

2- Hedefiniz uzun vadede kilo vermek olsun: Sağlıklı diyetin en önemli kurallarından biri hızlı kilo vermemek. Amacınız haftada en fazla 1 kilo vermek olsun. Ayda 4 kilo ve üzerinde kilo vermeyi vadeden diyetlerden uzak durun. Unutmayın ki hızlı verilen kilolar kısa sürede fazlasıyla geri alınıyor.

3- Beslenme alışkanlıklarınızda kalıcı değişiklikler yapın: Yediğiniz yemek miktarlarını azaltmak yerine kalori dengesi yapın. Öğünlerinizdeki karbonhidrat ve protein değerlerini dengede tutun. Bu durumu da hayat boyu devam ettirmeyi hedefleyin.

4- Akdeniz diyetini uygulayın: Sağlıklı yaşamı desteklediği gösterilen tek diyet Akdeniz diyetidir. Sebze, meyve, kuru baklagil, balık ve zeytinyağının bolca yenildiği, kırmızı et tüketiminin ise az olduğu bu diyet, hem lezzet hem de sürdürülebilirlik açısından etkili.

5- Egzersizi hayatınızda devamlı kılın: Egzersiz yapmak denildiğinde aklınıza çok karışık egzersiz programları gelmesin. Günde 30-45 dakika tempolu bir yürüyüşü haftada 4-5 kere tekrar etmeniz sağlığınızı korumak veya iyileştirmek için yeterli. Daha yüksek tempoda yapılan sporun kalp ve damar sağlığı açısından fazladan bir faydası olduğu bilimsel olarak gösterilmiyor.

6- Spora başlamadan önce doktor kontrolünden geçin: Spora başlamadan önce mutlaka doktor kontrolünden geçmek gerekiyor. Özellikle 40 yaşından sonra sporun yüksek tempoda yapılmaması gerekiyor. Yakın zamana kadar egzersiz geçmişiniz yoksa ve kolesterol, tansiyon, sigara kullanımı, diyabet gibi sorunlarınız varsa spora başlamadan önce mutlaka doktor kontrolünden geçin.
http://www.ntvmsnbc.com/id/25342602

12 Haziran 2014 Perşembe

TÜRKİYE ÇOCUKLUK ÇAĞI ŞİŞMANLIK ARAŞTIRMASI SONUÇLARI

ARAŞTIRMANIN TEMEL SONUÇLARI:

      
  • Beden kitle indeksine göre çocukların, yüzde 22.5’ i şişman (kilolu dahil) yüzde 2,1’ i zayıf. 
  • Erkek çocukların yüzde 23,3’ü şişman (kilolu dahil), kız çocukların yüzde 21,6’sı şişman (kilolu dahil). 
  • Boya göre sınıflamada çocukların yüzde 2.3’ü bodur (ciddi bodur dahil). 
  • Vücut ağırlığına göre çocukların yüzde 2.3’ü zayıf (ciddi zayıf dahil). 


OKULLARLA İLGİLİ SONUÇLAR :

  •  Okulların yüzde 78,5’inde kantin (kentte yüzde 92,0, kırda 26.4), yüzde 20.6’sınde yemekhane (kentte yüzde 17.8, kırda yüzde 26,4) bulunmaktadır. 
  • Okulların yüzde 78,5’inda beslenme eğitimi verilmektedir. 
  • Okulların yüzde 96,3’ünde oyun alanı bulunmaktadır. 
  • Okullarda haftada ortalama 87,8 dakika beden eğitimi dersine süre ayrılmaktadır. 


ÖĞRENCİLERLE İLGİLİ SONUÇLAR:
 (Araştırma yapılan öğrencilerin velileri tarafından verilen bilgilere göre değerlendirilmiştir)

  • Her altı çocuktan beşi (yüzde 84,6) her gün kahvaltı yapmaktadır. Ailelerin yüzde 42,8’i çocuklarının her gün taze meyve, yüzde 18,3’ünün sebze tükettiğini belirtmiştir. 
  • Her gün her 10 çocuktan 5’i peynir, 4’ü tahıl, ekmek, yumurta, taze meyve, yoğurt, 3’ü ayran ve süt tüketmektedir.
  • Çocuklar haftada 1-3 kez şeker içeren gazlı içecekleri yüzde 50, cips, patlamış mısırı yüzde 60, şekerli barklar ve çikolatayı yüzde 56, bisküvi, kek, kurabiyeyi yüzde 54, pizza, pide, lahmacun, patates kızartması ve hamburgeri yüzde 66 oranında tüketmektedir. 
  • Çocukların uyuma süreleri ortalama 9.30 saattir. 
  • Her dört çocuktan üçü (yüzde 74,2) hiç spor kulübüne gitmemektedir. 
  • Çocuklar hafta içinde yüzde 60’ı 2 saat ve üzerinde, yüzde 40’ı her gün 1 saat ve 1 saatten az oyun oynamaktadır. 
  • Ailelerin yüzde 30’u okul yolunu güvenli, yüzde 70 güvensiz bulmaktadır. 
  • Öğrenciler okula giderken yüzde 70’i yürüyerek, yüzde 20’si servisi, yüzde 7’si arabayı, yüzde 0,3 bisikleti kullanmaktadır. (Milli Eğitim Bakanlığı Mevzuatına göre çocuklar evlerine yakın okullara kayıt edilmektedir) 
  • Öğrenciler hafta içinde ev ödevi yapma ve kitap okumaya yüzde 71 oranında 1 veya 2 saat zaman ayırmaktadır. 
  • Evlerden yüzde 52,5’inde bilgisayar bulunmaktadır. 
  • Çocukların hafta içinde yüzde 43,4’ünün ve hafta sonunda yüzde 55,8’inin günlük aktiviteleri arasında bilgisayarda oyun oynama gelmektedir. 
  • Televizyon seyretmek çocukların önemli etkinliklerinden birisidir. Hafta içinde çocukların yüzde 74,5’i ve hafta sonunda yüzde 87’si günlük 2 saatten fazla televizyon seyretmektedir. 

9 Haziran 2014 Pazartesi

İzzet Çapa'nın Mora Terapi ile İmtihanı


Yani MORA cihazıyla yapılan biorezonans tedavilerinin genel adıymış. Efendim biorezonans 'titreşim tıbbı' olarak da tanımlanmaktaymış. Cips gofret, kola, çikolata gibi 'bağımlı' olduğunuz maddeler bu cihazın içine konulup elektromanyetik frekansları ölçüldükten sonra, aynı frekanslar sizinde cihaza bağlanmanızla vücudunuzdan siliniyor. bir bakıyorsunuz canınız ne kola istiyor, ne abur cubur.
"Ya İzzet, bir git, olur mu öyle şey?" diyenleri duyar gibiyim. Eğer bana inanmıyorsanız, gelin Liana'yla yaptığımız muhabbete katılın.
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/26266241.asp

22 Mayıs 2014 Perşembe

Şişmanlığa Direnin!

Şişmanlığın ömür boyu süren kronik bir hastalık olduğunu belirten İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Yaser Süleymanoğlu, şişmanlıkla mücadelenin de ömür boyu sürmesi gerektiğinin altını çizdi.


Şişmanlık hesabının Vücut Kitle indeksi (VKİ) ölçümüne göre yapıldığını belirten İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Yaser Süleymanoğlu, şişmanlığın bilimsel olarak nasıl tanımlanacağını şöyle açıklıyor: "Kişinin kilogram cinsinden terazide ölçülen kilosu, boyunun metre cinsinden karesine bölünüyor. Yani 170 cm boyundaysa ve 70 kiloysa: 70 kg /1,7 m2 olarak hesaplanınca çıkan sonuç: 24.22 oluyor. Eğer kişinin Vücut Kitle İndeksi 18,5-25 arasındaysa ideal kiloda, 25-30 arasındaysa kilo fazlası var demektir. 30-40 arasındaysa obez ya da şişman olarak kabul ediliyor. Vücut kitle indeksi 40’ın üzerindeyse morbid obez olarak adlandırılıyor. Bir de vücut kitle indeksi 18,5’in altında olanlar var ki, zayıf kabul ediliyor ve tıpkı obezler gibi sağlık kontrolünden geçmeleri öneriliyor.”
ŞİŞMANLIĞIN 12 ZARARI Şişmanlık kısa sürede çözümlenecek bir sağlık sorunu değil. Kilolar da aslında çok kısa sürede alınmıyor, vücutta yağ birikimi yıllar içinde artıyor, sonunda sadece az yiyerek çözümlenmekten uzak bir soruna dönüşüyor. Hekim ve beslenme uzmanı desteği almadan, spor yapmadan da kilolardan kurtulmak mümkün olamıyor. Şüphesiz ki şişmanlık vücut için ciddi bir yük. Şişmanlığın bize verdiği zararları daha iyi anlamamıza yönelik bilgiler veren Dr. Yaser Süleymanoğlu, bunları şöyle sıralıyor:
1-Motivasyon eksikliği.
2-Eklemlerde özelikle dizlerde rahatsızlık.
3-Kalça ağrıları.
4-Omurga ağrıları.
5-Büyük göğüsler nedeniyle sırt ağrıları.
6-Sürekli yorgunluk.
7-Nefes nefese kalmak.
8-Merdiven çıkmakta zorlanmak.
9-Koşamamak.
10-Tempolu yürüyüşte zorlanmak.
11-Büyük beden kıyafetler giymek zorunda kalmak.
12-Genç olduğu halde yaşından büyük göstermek.
ŞİŞMANLIĞI NELER TETİKLER? Şişmanlığı tetikleyen birçok neden bulunduğunu, bunların başında hareketsizlik ve vücudun yakabileceğinden fazla kalori tüketmenin geldiğini belirten Dr. Yaser Süleymanoğlu, “Bir de bunlara genetik yatkınlık, insülin direnci, hipoglisemi, stres, hormonal bozukluklar (büyüme hormonu, tiroid, hipofiz ve adrenal bez sorunları) ekleniyorsa, yağ dokusu artarak şişmanlık sorunu ortaya çıkıyor” diyor. Genetik yatkınlığı olan kişilerin yaşam tarzlarına dikkat etmedikleri sürece şişmanlayacaklarına değinen Dr. Süleymanoğlu, genetik yatkınlığı olup da kilosuna dikkat eden kişilerin şişmanlıktan kurtulabileceklerini söylüyor. Çocukluk çağı obezitesinin artmasıyla birlikte şişman çocukları gelecekte bekleyen tehlikelerin de arttığını vurgulayan Dr. Süleymanoğlu, diyabet, kalp ve koroner damar hastalıkları, erken yaşta hipertansiyon ve kanser riskinin de yükseldiğini ifade ediyor.
SU İÇSE YARAYANLAR KİMLER? Bir de yediklerine dikkat ettiklerini söyledikleri halde en küçük kaçamaklarda bile kilo aldıklarını söyleyenler var ki bu kişiler durumlarını ‘Su içsem yarıyor’ diye tarif ediyor. Şişmanlamamak için geç saatlerde aşırı kalori almaktan kaçınmak şişmanlamamak için alınacak ciddi önlemlerden biri. Sonra hareketli olmak, spor yapmak geliyor. Hazır gıdalardan uzak durmak, bol karbonhidrat ve yağlı yiyecek tüketmemek de alınacak önlemler arasında. Tüm bunlar yapıldığı halde kişi “Su içsem yarıyor” diyorsa metabolizma hızının yavaş olduğu anlaşılıyor. Dr. Yaser Süleymanoğlu, günlük yaşamı sırasında tükettiği enerji miktarını ifade eden bazal metabolizma hızının bazı kişilerde çok düşük olduğuna dikkati çekerek şunları söylüyor: 

“İnsülin direnci, tiroid hastalıkları ve hareketsiz olanların bazal metabolizması yavaş çalışır. Bu kişiler hekim tarafından mutlaka araştırılmalıdır. Örneğin insülin direncinin kırılması için kişiye özel kalorisi hesaplanmış bir diyet programı uygulamak, yine uzman tarafından planlanmış sağlıklı egzersiz bir egzersiz programı yapmak, direncin kırılmasına yönelik ilaç tedavisi görmek etkili olacaktır. Duygusal nedenlerle yiyenlere gelince: Onlar da psikolojik destek almalı, hekim önerisi çerçevesinde bazı medikal yöntemlerle iştah kontrolü yapabilmelidir.”
İnsülin direncinin büyük şehirlerde yaşayan, hareketsiz kalan, çok fazla kalorili gıda tüketenlerin bir sorunu olduğuna işaret eden Dr. Yaser Süleymanoğlu, “İnsülin direnci ömrü kısaltan bir durumdur. İnsülin direncinin diyabet, damar sertliği, tansiyon ve kalp hastalığını tetikleyici etkisi var” diyor.
http://www.ntvmsnbc.com/id/25517100/