bütünselsağlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
bütünselsağlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Ekim 2021 Pazar

DOYMUŞ YAĞIN ZARARARLARI


DOYMUŞ YAĞIN ZARARARLARI


Öncelikle tüketilen yağların insan vücudu için öneminden bahsetmemiz gerekir. Yağlar insan vücudu için enerji kaynağıdır ve vücut insan organizmasında hücrelerin yapısında yer alırlar. Sağlıklı bir vücudun günlük aldığı toplam enerjinin %25i kadarı yağlardan sağlanmaktadır. 


Sağlık açısından yağsız beslenmek ya da sıfır yağ ile beslenmek sanıldığı gibi vücut yararlı değil aksine zararlı sonuçlar vermektedir. Genelde kilo verebilmek ve fit kalmak için bu yönteme başvurulsa da uzman hekimlerce tavsiye edilmemektedir. Çünkü yağ vücut için adeta bir yakıt görevi görür ve sağlıklı şekilde tüketildiği takdirde vücut fonksiyonlarının en sağlıklı şekilde çalışmasını sağlarlar. Tabi ki de kulladığınız yağ oranının vücut endeksinize göre en doğru oranda ve ölçülü olmalıdır aksi takdirde sağlıklı olduğunu bilip daha fazla tüketmek kilo alımına sebebiyet verebilir.


Yağlar, bulundukları veya elde edildikleri besinlere göre bitkisel veya hayvansal olarak ayrılırlar. Örneğin; mısırdan üretilen yağ bitkiselken hayvandan üretilen yağlar hayvansal yağlardır. Doymuş yağ ise margarin, palm yağı, hayvanların derisi, kakao yağı, peynir, süt gibi gıdalarda bulunur. 


Her şeyin fazlasını tüketmek zararlı olduğu gibi doymuş yağlar vücutta kötü kolesterol olarak bilinen LDL'nin artmasına ve damarlarda birikmesine neden olur. Damarlarda biriken kolesterol ise kan akışını azaltarak kalbi yorar ve kalp krizi riskini arttırır. Aynı zamanda damar sertliğine de sebep olur. Bu yüzden doymuş yağların aşırıya kaçmadan tüketilmesi gerekir.  


Doymuş yağ içeren besinler ; kırmızı et, hazır krema, hazır paketlenmiş cips, margarin, salam, sosis, jambon, sucuk, sütlü tatlılar, hamburger, sert peynirler vb...


Sağlıklı bir beslenme alışkanlığı edinmek ve sağlıklı bir bedene kavuşmak istiyorsanız uzman bir hekime danışmanızı tavsiye ederiz.


Beslenme Danışmanlığı ve Mora Terapi

Mora Terapi'nin en önemli amaçlarından biri, kişinin sağlıklı bir şekilde kilo vererek ideal kilosuna ulaşmasını sağlamaktır. Bunu da uzman bir hekim tarafından düzenli seans aralıklarıyla sağlar. Terapilerin dışında danışanlarımıza sağlıklı gıdalardan oluşan yemekleri yemeleri konusunda destek verip düzen kurmalarına, bu şekilde de sağlıklı beslenmeyi bir alışkanlık, yaşam tarzı haline getirmelerine yardımcı oluruz. 

Mora Terapinin bu tedavideki amacı, fazla kilo problemli yaşayan kişilerin sağlıklı şekilde kilo verip ideal kilolarına ulaşmalarını sağlamaktır. Daha sağlıklı bir yaşam için Mora ailesi her zaman yanınızda. 


Sağlıklı günler dileriz.


Daha detaylı bilgi için;

📞 +90 216 405 14 52 ya da 

📞+90 533 250 11 26 numaralarımızdan bize ulaşabilirsiniz...

www.mora.com.tr 




16 Nisan 2020 Perşembe

NAZİK, ŞEFKATLİ ve HOŞGÖRÜLÜ OLMAK NEDEN ÖNEMLİ?


Nezaket aslında bir sevgi göstergesidir. Şefkatli olmak da sevgi dolu olmakla, sevecenlikle eşdeğerdir. Hoşgörü, başkalarının düşünce ve kanılarını özgürce dile getirmelerinden rahatsız olmama durumudur.

Nezaket’in kelime anlamı: Başkalarına karşı incelikli, saygılı, dikkatli, özenli davranmaktır.
Şefkat ise kökeninde merhamet, sevgi ve yardım duyguları barındırır ve koruyarak sevme, sevecenlik anlamına gelir.

Özellikle böylesine sıra dışı, tarihsel, zor bir sürecin içerisinden geçtiğimiz Koronavirüs günlerinde nezaket, şefkat ve hoşgörü gibi benzer değerlerin önemi artıyor.  

İşte size konuyla ilgili kimi düşünceler;

Aslında hem nezaket, hem şefkat hem de hoşgörü tüm bunları kendimize verebildiğimiz zaman başkalarına verebileceğimiz hediyelerdir.

Kendinizle ilgilendiğiniz, kendinize zaman ayırdığınız zamanlar başkalarına da aynı şekilde iyi davrandığınızı, daha olumlu bir tutum içinde olduğunuzu hiç fark etmiş miydiniz?
Oysaki yemek yiyecek, doğru düzgün uyuyacak kadar bile zamanınızın olmadığı, sürekli var olan işlerin koşuşturmasında, yapılacak işlerin arasında sıkışıp kaldığınız zamanlara bir bakın. Farkına varmadan da olsa, çabuk sinirlendiğinizi, daha az hoşgörülü ve daha kolay strese girer  ve çevrenizdekilere karşı da daha duyarsız ve aldırmaz olduğunuzu göreceksiniz. Çünkü aynı şekilde kendinize karşı da duyarsız ve aldırmazsınızdır aslında, o zamanlar.

Yanlış yaptığınızda kendinize karşı nazik olun, bu herkesin başına gelir. Kendimize güvenmek demek aynı zamanda, başkalarına kendimiz hakkında hissettiğimiz öfke, hayal kırıklığı veya hoşgörüsüzlüğü yansıtmamak ve aslında kendimize duyuyor olduğumuz kızgınlığı başkalarına yüklememek demektir. Bu üzen ve yoran duyguları kendimiz dışındakilere yönlendirmek en başta rahatlatıcı gibi görünse de uzun vadede kendimize olan güveni sürekli zedeleyen bir sürecin içerisine alır bizi. Buradaki anahtar nokta kendimize karşı şefkat, hoşgörü ve nezaket göstermektir. Bunu yapabildiğimiz zaman kolaylıkla sorunun içerisinden çıkıp, çözüm için gerekli sorumluluğu da alabiliriz.



Liderlik ederken şefkatli olmak, takip ederken de nazik olmak önemlidir
Herkesin hayatı zorluklarla dolu. Bir konuda problem çıkaran bir kişinin sizin bilmediğiniz çok farklı bir sorun yüzünden o davranışı yapmış olduğunu öğrenseydiniz ona karşı eleştirilerinizde yine de o kadar acımasız olur muydunuz? Yoksa tam tersi o kişiyi anlayışla karşılar ve o sorunu için kendisine yardımcı mı olmayı isterdiniz?

Ancak şefkatli olabildiğimiz zamanlar paylaşılan insanlık durumlarını kabul edebiliyor, anlayışla karşılayabiliyoruz. Şefkat bizi nazik olmaya iter. Hatta bazen yanlışları insanların suratına direkt söylemek yerine susmayı tercih ederiz. Ve karşımızdaki kişiye, her şeyin yolunda olup olmadığına dair sorular sormak ve destek olabileceğimiz bir şey var mı öğrenmek için özel zamanlar yaratırız. Nezaket işte bu zamanlarda öne çıkar. Küçük nazik bir kahve ikramı veya yapacağımız küçük de olsa bir güzellik karşımızdaki ile bağımızı mutlaka kuvvetlendirecek, birbirimize karşı anlayışımızı geliştirecektir.

Başkalarına hizmet ettiğimiz, başkalarına nazik davrandığımız zamanlar bizi daha mutlu hissettiren zamanlardır.
Son yıllarda yapılan araştırmaların birinde katılımcılar, rastgele seçilerek 2 gruba ayrılmışlar. İlk gruptan 7 gün boyunca tanıdıkları yakınlarına veya hiç tanımadıkları kişilere karşı özellikle her zaman nazik olmaları istenmiş ve bu 7 gün boyunca nezaketten hiç taviz vermemeleri istenmiş. İkinci gruptan ise, 7 gün boyunca özellikle nezaket içeren her davranışa dikkat etmeleri ( kendilerinde veya çevrelerinde) ve bu davranışları gözlemlemeleri istenmiş.  

Ve çalışmaya katılan her iki gruptan kişilerin, çalışmanın gerçekleştiği bu 7 günün öncesinde ve sonrasındaki mutluluk hislerini derecelendirmeleri istenmiş. Sonuçta, araştırma, sadece aktif bir şekilde nazik davranan grupta değil, kendilerinde veya çevrelerindeki nezaket davranışlarını gözlemleyen gruptaki kişilerde de hatırı sayılır oranda mutluluk hislerinde artış olduğu sonucuna varmış.
Bu deneyi kendiniz için yapabilirsiniz. Kendinize 7 gün boyunca nazik olma ve çevrenizdeki nezaketi gözlemleme görevi verin ve sonra mutluluk hissinize bir bakın ne oluyor.

Seçiminiz her zaman nazik olmaktan yana olsun.
Kontrolü tam olarak sağlayabildiğimiz yegane kişi kendimiziz. Her zaman. Başka kimse konusunda böyle bir kontrol gücümüz yok. Çocuklarımız veya en yakınlarımız dahil. O zaman lütfen şunu bir düşünün; “Benim en iyi halim” demek ne demek? En iyi halimizi yaşamayı seçtiğimizde otomatik olarak daha nazik, düşünceli, başkalarına karşı daha hoş görülü ve şefkatli olduğunuzu göreceksiniz. Çok klişe ama bir o kadar da doğru, değişim kendimizle başlar.

Hizmet etmeyi, yardımı ve vermeyi, karşılığında bir şey almak için yapmayın
En saf haliyle nezakette bir izleyici veya bir beklenti yoktur. Nezaketi yaptığımız kişiyi kontrol altına almak veya karşılığında bize borçlu bırakmak gibi bir düşünce art niyet de yoktur.  Ve aslında nazik olduğumuzda, karşılığında hiçbir şey almasak dahi ödüller çok daha fazla doyurucudur. Yukarıdaki araştırma örneğindeki sonuçlar gibi. Kendimizle ilgili mutluluk hissindeki artış mesela. Üstelik karşımızdaki kişilerin de hayata, dünyaya bakışını olumlu yönde etkileyebilir, daha güvende hissetmelerini, daha barışçıl yaşamalarını sağlayabilir bu beklentisiz nezaket davranışları.

Nazik olma davranışımızı sürekli uygulama ile ancak geliştirebiliriz.
Antik Yunan’dan hikaye anlatıcısı Ezop’un “ Ne kadar küçük olursa olsun, hiç boşa giden bir nezaket eylemi yoktur” sözü durumu ne güzel açıklıyor. Rastgele yapılan kibarlıklar konusunda kendinizi iyi hissetmiyorsanız, bir de şunu deneyin; seçtiğiniz bir kişiye, küçük de olsa her gün bir kibarlık, iyilik yapın. Sonrada birkaç gün geçtikten sonra bunun sizin üzerinizdeki etkisine dikkat edin. İyilik ve nezaket konusunda daha fazla fırsatlar mı çıkıyor önünüze veya onları daha mı çok fark etmeye başladınız? Kendinizi daha hafif, daha nazik, daha hoşgörülü, daha şefkatli ve daha iyi hissetmeye başladınız mı?

Nezaket daha fazla nezaketi yaratır
Nasıl bir zorbalar grubu veya zorba bir patron veya lider genel olarak zorba davranışların artmasına ve çoğalmasına, zorba davranış kültürünün büyümesine neden oluyorsa, tam tersi de doğrudur. Kibar, nazik bir grup veya nezaketi ilke edinmiş bir lider, patron da genel olarak nezaketin yayılmasına ve nezaket kültürünün oturmasına neden olabilir. Sonuçta her birimizin içinde yaşadığımız kültürden etkileniyor olduğumuz bir gerçek. Birbirimize bakarak öğreniyor ve var olanı geliştiriyoruz. Neden cömert bir biçimde nezaketin, hoşgörünün ve sevecenliğin artmasına katkımız olmasın?

Nezaket her zaman kalıcı izler bırakır
Bir düşünün; Sizin yıllar sonra bile hatırladığınız, illa tanıdık bir kişi ile ilgili değil ama sizi iyi hissettiren anılarınız neler? İçlerinde kesinlikle birilerinin içten yardımı, desteği, güzel bir sözü veya sizi yüreklendiren, iyi hissettiren bir davranışı vardır.
E o zaman? Neden biz de aynılarını çevremizdekilere yapmayalım? Neden bunun bir kültür olarak yayılmasına katkı sağlamayalım? Siz de birinin sizi dudaklarında gülümsemeyle hatırlamasını istemez misiniz?

Kendimize, çevremize daha nazik, hoşgörülü, şefkatli ve sevecen davrandığımız sağlıklı günler dileklerimizle.

Not: MEd Melissa Brodrick, Nisan 2019 Harward Health’deki “The Heart and Science of Kindness” makalesinden esinlenilmiştir.

30 Mart 2020 Pazartesi

BAĞIŞIKLIK SİSTEMİMİZİ NASIL GÜÇLENDİRİRİZ?


Genel olarak diyebiliriz ki bağışıklık sistemi hastalıkların oluşumunda birincil koruma kalkanımızdır. Gelişmiş, güçlü bir bağışıklık kalkanı oluşturmak için kimi yaşam değişiklikleri yapmak çok iyi bir fikirdir.

Öncelikle unutmamak gerekir ki, bağışıklık sistemi tam da adının işaret ettiği şekilde bir sistemdir. Tek bir organı veya bölgeyi işaret etmez. Hala bilim adamlarının bağışıklık tepkileri ve sistemin birbirine bağlı unsurları arasındaki etkileşimleri konusunda bilmediği çok fazla şey var. Ancak diğer taraftan araştırılmış ve etkileri kanıtlanmış şeyler de çok.

Araştırmacılar, hem hayvanlarda, hem de insanlarda diyet, egzersiz, psikolojik stres ve diğer faktörlerin bağışıklık sistemi üzerine etkilerini uzun zamandır araştırıyorlar. Bu ve benzeri genel yaşam değişikliği stratejilerinin bağışıklık sistemimiz üzerine olumlu etkileri olacağı su götürmez bir gerçektir.

En temel değişiklikler;

-Sigarayı bırakmak

-Düzenli egzersiz yapmak

-Sağlıklı bir kiloda olmak, sağlıklı gıdalarla beslenmek

-Ölçülü alkol tüketimi yapmak

-Yeterli ve kaliteli uyku uyumak

-Elleri yıkamak ve enfeksiyonlardan kaçınmak (Şu Korona günlerinde enfeksiyondan nasıl korunacağımızı sıkça duyduk ve öğrendik. Ben bu yazıyı Korona günleri öncesinde planlayıp, bilgi topladığım için ve bu süre zarfında zaten konuyla ilgili bilgi bombardımanına uğradığınızı düşünüyor ve ek açıklama yapmamayı uygun görüyorum. Bu tür enfeksiyonlardan nasıl korunacağımızı biliyoruz artık ve mutlaka önlemlere dikkatlice uyalım).

-Stres ve kaygıyla iyi bir şekilde baş edebilmek


Unutmayın, sağlıklı bir bağışıklık sistemi, vücudumuza giren patojenlerle savaşıp onları yenebilir.




Bağışıklık sistemimizi güçlendirmek için mineral, vitamin ve eser elementlerce zengin bir beslenme biçimi esansiyeldir. Az yemek değil ama daha çeşitli ve zengin içerikli besinleri yemeyi mutlaka ihmal etmemeliyiz. Obezite de ne yazık ki kronik hastalıklara kapı açtığından, obez olacak kadar işlenmiş ve vücudumuza zarar veren kötü gıdaları tüketmememiz önemli.

Özellikle D, C vitaminleri, B, A, E grubu vitaminleri ve çinko, selenyum, demir, bakır, folik asit gibi eser elementleri alabileceğimiz besinleri tüketmeyi ihmal etmeyelim. Özellikle şu zorlu Korona virüs döneminde D ve C vitaminlerinin koruyu etkisinden sürekli bahsediliyor. Ek takviye olarak da almakta sakınca yok.

Stresin bağışıklık üzerindeki olumsuz etkisini hepimiz biliyoruz. Sanırım bir sonraki yazımız belirsizlikle ve stresle baş etme yöntemleri üzerine olacak.
Ayrıca ılımlı düzeyde yapılan düzenli egzersizin de kardiyovasküler sağlıktan, hormon salınımını düzenlemesine kadar pek çok faydası olduğunu biliyoruz. Bunlar da bağışıklık sisteminin güçlü olmasına katkıda bulunan bileşenlerdir.

Biliyorsunuz ki Mora Terapi’nin bağımlılık, kilo kontrolü ve strese yönelik Bach Çiçekleri ve Renk Terapileri ile yapılan duygu durum bozuklukları tedavileri tam da yukarıda saydığımız önlemlere yönelik. Mora Terapi biorezonans yöntemi ile tüm tedavilerde vücudun sağlıklı ve sağlıksız frekans bilgisi filtrelenip, vücudumuzdaki sağlıklı frekans bilgisi arttırıldığından zaten otomatik olarak bağışıklık sistemimizi güçlendiriyor. Ayrıca  bağışıklık sistemini güçlendirmeye yönelik  özel programlarımız da ekstra cihazlar içinde mevcut, doktorlarımız tarafından kullanılıyor.  İlaveten tüm tedavilerimizde sağlıklı yaşam alışkanlıkları değişimi destekleniyor. Yukarıda saydığımız gibi sağlıklı beslenme, egzersiz, mineral, vitaminlerin vücutta yeterli olup olmadığı sağlık profesyonellerimiz tarafından sorgulanıyor, gerektiği durumlarda destek takviyeler öneriliyor. Kronik hastalığı olanlar, kronik hastalık tedavilerimizle güçlendiriliyorlar. Bu yüzden bu dönemde, sağlığınız için iyi çözümlerden biri olduğu konusunda aklınızın bir kenarında mutlaka bulunsun. Sizi ve sağlığınızı önemsiyoruz.

Kısacası bütünsel sağlığınızı önemsiyoruz. Toplum olarak, bu zorlu dönemi en kısa, en hasarsız, en sağlıklı şekilde atlatmak dileğiyle.

Yeterli miktarda su içmeyi ve uyku kalitesine dikkat etmeyi de lütfen unutmayalım.
Sağlıklı, mutlu nice günler, yıllar dileklerimizle.

10 Şubat 2020 Pazartesi

ARALIKLI ORUÇ İLE İLGİLİ NELER BİLİYORUZ?



Obez fareler üzerinde yapılmış ve sonuçları inanılmaz umut verici olan bir sürü “Aralıklı Oruç (Beslenme)” çalışması var. Hemen hemen hepsinde kilo verme, tansiyon, kolesterol seviyelerinde düşme, kan şekerlerinde düzelme görülüyor. Ancak bunlar fareler üzerinde yapılmış klinik çalışmalardır. İnsanlarda yapılan çalışmalarda da aralıklı orucun güvenli ve çok etkili olduğu sonucuna ulaşıyoruz. 
Ancak diğer diyet programlarıyla kıyaslandığında daha iyi-etkili sonucuna henüz ulaşmıyoruz. Aralıklı orucun en büyük dezavantajı, pek çok insanın bu programı uygulamayı zor bulması. Ama unutmayın yenilerde çok sayıda uzman aralıklı orucu daha kolay ve uygulanabilir hale getirmenin yollarını aramaya başladı.

Belki duymuşsunuzdur, aralıklı oruç kavramı Japon Biyolog Dr. Yoshinori Ohsumi’nin 2016 Nobel Tıp ödülünü alması sonrasında geniş çaplı olarak gündeme geldi.  Dr. Ohsumi’nin bu çalışması uyarınca hücrelerin sirkadiyen* ritimde yapılan oruçla birlikte nasıl “otofaji”** yaptığını ve böylelikle hücre yenilenmesi üzerinde orucun ne kadar olumlu etkisi olduğunu öğrenmiştik.




Aralıklı oruç kilo kaybına da yardımcı olabilir;

Biliyorsunuz yediğimiz yiyecekler bağırsaklarımızdaki enzimler tarafından parçalanarak kanımızda dolaşan moleküllere dönüşür. Karbonhidratlar, özellikle rafine gıdalar ve rafine şekerler hücrelerin enerji için kullandığı şekere dönüştürülür ve hücre hepsini kullanamazsa kalanı yağa dönüştürülüp depolanır. Ancak hücrelerimize şeker, pankreasta üretilen bir hormon olan insülin tarafından alınabilir. Dolayısıyla insülin yağ hücrelerimize şekeri getirir ve orada tutar. Ancak kendimizi yeteri kadar aç bırakırsak, yani yeme zamanlarımız arasına yeterince uzunlukta bir ara verirsek (12-16 saat gibi) ve bunu sirkadiyen döngü uyarınca yaparsak vücudumuzdaki insülin seviyeleri düşecek ve dolayısıyla yağ hücrelerimizde depolanmış şeker serbest bırakılabilecek. İnsülin seviyemiz düştüğünde kilo da veririz. Aslında aralıklı orucun kilo verme üzerindeki en önemli etkisi insülin seviyelerimizin vücutta birikmiş yağları yakacak kadar uzun süre düşmesine izin vermektir.
Ancak unutmayalım. Kilo verme açısından bakıldığında, aralıklı oruç, daha az yemek yemekten ve porsiyonları küçültmekten daha iyi veya daha kötüdür diyemeyiz. Burada önemli olan, beslenirken her zaman sağlıklı seçimler yapmaya özen göstermemiz. Yani taze sebze & meyve, lif, sağlıklı protein ve sağlıklı yağlardan oluşmuş bir diyetle beslenmemiz. Ayrıca sirkadiyen ritmine uygun saatlerde beslenmemiz. Yani vücudumuz gündüz yemeye ve gece uyumaya ve dinlenmeye uygundur. Gece yemelerine son vermemiz çok önemli. Gece yemek yemek diyabet ve  obezite riskini yükseltiyor.

Alabama Üniversite’sinde aralıklı oruç ile ilgili yapılan son klinik çalışmalardan biri şu şekilde; Prediyabetli, obez bir grup 2’ye ayrıldı. İkiye ayrılan gruplardan birine 8 saatlik yeme, 16 saat yememe üzerine bir beslenme programı, Diğer gruba da 12 saat yeme, 12 saat yememe üzerine bir beslenme programı verildi. 5 Haftalık beslenme programı sonunda her iki grupta da kayda değer bir kilo kaybına rastlanmadı. Ancak 8 saatlik beslenme programı yapılan grupta insülin direnci ve kan basıncı seviyelerinde önemli derecede bir düşüş olduğu görüldü. En iyi etki ise 8 saatlik beslenme programına alınan grupta iştah hatırı sayılır derecede düşmüştü.

Yani sadece yemek yediğimiz zamanları değiştirmek bile sağlığımız üzerinde inanılmaz olumlu etkiler yaratabiliyor.  Bunu da aklımızın bir köşesine yazalım. Gece atıştırmaları metabolik ritmimizi bozuyor ve bizi kilo almaya eğilimli, daha iştahlı ve daha sağlıksız yapıyor. Aralıklı orucun sirkadiyen ritme uygun oluşu, sağlıklı bir beslenme programı ile birleştirildiğinde özellikle diyabet riski ve insülin direnci problemi yaşayanlar için harika bir yaklaşım olabileceğine dair pek çok bilimsel kanıt bulunuyor. (Bununla birlikte ileri diyabetli veya diyabet ilacı kullanan kişiler, anoreksiya ve bulimia gibi yeme bozuklukları olanlar, hamileler ve emziren anneler kesinlikle tek başlarına aralıklı oruç yapmamalı ve kendilerini takip eden doktorlarına konuyu mutlaka danışmalıdırlar).

Yukarıda anlatılan tüm bu bilgileri sağlıklı ve daha iyi kullanmak için 4 aşamalı bir özet çıkardık;
1-      Şeker ve rafine gıdalardan mutlaka uzak duralım. Bunlar yerine taze meyve, sebze, fasulye mercimek gibi bakliyatlar, yağsız protein bazlı gıdalar ve sağlıklı yağları tercih edelim. (Akdeniz tipi beslenme)
2-      Vücudumuzun yemekler arası yağ yakmasına izin verecek kadar uzun süreli aç kalmasına izin verelim. Atıştırma huyumuzu bırakalım. Ve mutlaka kas tonusu oluşturacak kadar aktif olalım (egzersiz yapalım).
3-      Yemek yediğimiz saatleri sınırlandırmak gerçekten sağlıklı bir model. Belli saatler sonrası (özellikle erken akşam saatlerinden ertesi gün sabah saatlerine kadar) yemek yememek vücudumuzu rahatlatacaktır.
4-      Gece atıştırmalarına kesinlikle son verelim. Sirkadiyen ritmimiz uzun vadeli metabolik sağlığımız için önemli.


             
*Sirkadiyen Ritim Nedir?:  Sirkadiyen ritim; dünyanın kendi ekseni etrafında yaklaşık 24 saat süren dönüşünün canlılar üzerinde oluşturduğu biyokimyasal, fizyolojik, davranışsal ritimlerin tekrar edilmesi olarak tanımlanmaktadır. Sirkadiyen sistemler bir hiyerarşi içinde olup, merkezi ve perifer olmak üzere iki yapı tarafından kontrol edilmektedir.  Hipotalamusta yer alan merkezi zamanlayıcı suprakiazmatik nücleus (SCN) için en önemli zamanlayıcı ışık’tır. Işığın yanısıra, melatonin, sıcaklık, jet-lag, vardiyalı çalışma da ritmi etkileyen faktörlerin başında gelmektedir. Karaciğer, pankreas, iskelet kasını içine alan pek çok periferal doku içerisindeki periferik zamanlayıcılar  SCN’den gelen sinyaller ile yönlendirilirler.

**Otofaji Nedir?: Hücrede otofaji mekanizması, uzun ömürlü proteinlerin, fonksiyonu bozulmuş hücre organellerinin, sitozolik perçelerın, hasarlı makromoleküllerin yok edilmesinden sorumlu fizyolojik bir olgudur. Ayrıca obezite ve diyabet gibi metabolik sendromların gelişmesi sırasındaki süreçlerde önmeli rol oynadığı bilinmektedir. Bu alandaki araştırmalar kanser, enfeksiyonlar, metabolik hastalıklar gibi sağlık problemlerinin tedavisine yönelik önemli bir olgu olarak görülmektedir.

Aslında otofaji, hücrenin kendisi için gerekli besini bulunduğu ortamdan alamaması durumunda kendini içtemn yiyerek varlığını sürdürmesi veya biyolojik olarak geri dönüştürme işidir. Özetle hücrenin kendisini arındıran veya yenileyen mekanizmasına otofaji deniliyor ve uzun süreli açlıklar otofajiyi destekliyor. Ancak açlık süresi burada çok önemli. En ideal sürenin 12-16 saat olduğu söyleniyor. Sirkadiyen ritme uygunluğu ve vücudu susuz bırakmamak da önemli.

Kaynaklar:
-          Intermittent fasting: Surprising update December 12, 2019, Monique Tello, MD, MPH
-          Intermittent fasting interventions for treatment of overweight and obesity in adults: a systematic review and meta-analysis. JBI Database of Systematic Reviews and Implementation Reports, February 2018.
-          Metabolic Effects of Intermittent Fasting. Annual Review of Nutrition, August 2017.



1 Aralık 2018 Cumartesi

İNSÜLİN DİRENCİNİZİ KIRMAK İÇİN MORA TERAPİDEN DESTEK ALIN!


İnsülin hormonu, pankreastan salgılanan ve şeker metabolizmasını düzenleyen ana hormonlardan biridir. İnsülin, şeker metabolizmasını düzenlerken “insülin reseptörü” adı verilen bir yapıya bağlanarak aktive olur. Bu reseptör, çeşitli nedenlerle insülinin bağlanmasına izin vermez veya direnç gösterirse; insülin kanda yeterli miktarda olduğu halde görevini yerine getiremez hale gelir.

İnsülin direnci kısaca, vücuttaki şekeri kontrol etmek için salgılanan insülinin etkisini göstermesindeki zorluk olarak tanımlanabilmektedir. Normal şartlarda vücut şekeri 1 ünite insülin ile kontrol altına alabiliyorken insülin direnci olan hastalarda vücut 2-3 ünite insülin salgılamak durumunda kalır.  İnsülin direnci arttıkça, şeker kontrolünü sağlamak için vücutta gereğinden fazla insülin salgısı meydana gelmektedir.



İnsülin direncini sıklıkla genetik yatkınlığı olan bireylerde görülmekle beraber, son zamanlarda giderek kilo artışı olanlarda, özellikle bel çevresinde yağlanma problemi yaşayanlarda, uyku düzeni bozuk veya kalitesiz uyku uyuyanlarda, stresli bir hayata sahip olanlarda, gün içinde çok hareketsiz olanlarda, hızlı ve düzensiz yemek yiyenlerde, sürekli rafine, paketli ürün tüketenlerde görülme riski artmaktadır.

İnsülin direnci kilo alımına, karaciğer yağlanmasına, kalp ve damar hastalıklarına neden olabilmektedir. İnsülin direnci sorunu olanlar spor yapıp dengeli beslenseler dahi kilo vermekte zorlanırlar. Çünkü fazlasıyla salgılanan insülin, alınan gıdaların yağ olarak depolanmasına neden olur. Giderek daha çok salgılanmak zorunda kalınan insülin zaman içinde pankreası yoracağından, zamanla pankreas yetmezliği veya diyabete kadar gidebilen ciddi problemlerin oluşmasına neden olabilmektedir.

İnsülin direncinde beslenmenin ve fiziksel aktivitenin yeri çok önemlidir. Günümüzde çalışma şekillerinin daha çok ofis ortamında ve bilgisayar odaklı olması, ofis ortamında hareketsizlik ve fast food tüketimi çalışanları obezite ile karşı karşıya getirmektedir. Bol kalorili besinleri hızla tüketme zorunluluğu ve hareketsizlik sonucu özellikle bel çevresinde yağlanma görülebilmekte; bu da insülin direnci sendromunun başlamasına neden olabilmektedir.

İnsülin direncinin belirtileri; ağır bir yemek sonrası, şekerli bir gıda yedikten sonra gereğinden fazla bir ağırlık hissi ve uyku hali oluşması, yemekten sonra şekerin kontrolsüz olarak düşmeye başlamasıyla el titremesi, terleme, mide kazınması şikayetleri, kilo almanın kontrol edilememesi, sık sık oluşan tatlı yeme isteği, bel çevresinin giderek yağlanması, karaciğerde yağlanma ve kadınlarda adet düzensizlikleri olarak sıralanabilmektedir.

İnsülin direncinin kırılabilmesinde düzenli egzersizin ve iyi bir beslenme düzeninin önemi büyüktür. Kanda yüksek miktarda bulunan insülini daha da yükseltmemek adına, kişinin besin tercihlerinde glisemik indeksi düşük, protein, lif ve sağlıklı yağlardan zengin besinleri tercih etmesi tok kalma süresinin uzaması ve kandaki insülini yükseltmemesi açısından doğru olacaktır. Bu süreçte, kan şekerinde ani dalgalanmalara sebebiyet verebilecek, basit şekerler, glisemik indeksi yüksek gıdalar ve paketli ürünler kesinlikle tüketilmemelidir. Meyveler tavsiye edilen miktarlarda ve saatlerde tüketilmelidir. Doğru pişirilen veya doğru servis edilen sebzeler ve et-tavuk-balık gibi protein grubu besinler beslenme planına dahil edilmelidir. Ceviz, fındık, badem gibi kuruyemişler ve zeytinyağı gibi sağlıklı yağların ve yoğurt-kefir gibi probiyotik içerikli süt ürünlerinin diyete eklenmesi önerilmektedir. Probiyotik kullanımı, omg 3 takviyesi, Dvitamini takviyesi bu süreçte en büyük destekçileriniz olacaktır.

Mora terapi ile insülin hormonu ile hücre yüzeyindeki insülin reseptörlerinin etkileşiminin gerçekleştiği ortamın temizlenmesi-detoksifikasyonu- gerçekleştirilmektedir. Bu sayede hücreler insüline karşı daha duyarlı hale gelmekte ve insülinin kullanılabilirliği artmaktadır. Bu konuda daha çok çalışmaya ihtiyaç duyulmaktadır ancak, Mora Terapi ve doğru beslenme kombinasyonu ile genel sağlıkta gözle görülür düzelmeler saptanmaktadır. Doğru beslenme için ise yapılabilecek Mora Terapi kilo seansları ile yeni beslenme düzenine uyum kolaylaşarak, tedavi süreci hızlanabilmektedir.