24 Temmuz 2020 Cuma

Foton, Kanser ve Fritz-Albert Popp Üzerine

Kimyasal olarak birbirlerine benzemelerine rağmen, neden bazı maddeler kanserojenken diğerleri değil?  1970 yılında, Alman teorik biyofizikçi, Fritz-Albert Popp, güçlü bir kanserojen olan benzo pireninin bir dalga boyunda ultraviyole ışık emerken diğer dalga boyunda yaydığını keşfeder. Oysa ki yine bir benzo piren ile hemen hemen aynı, iyi huylu bir bileşik olan benzo piren sadece aynı dalga (orijinal) boyunda ışığı emip, yayıyordur. Popp, bu şekilde 37 farklı kimyasalı test etti.
Kanserojen olanların ışıkları 380 nanometre dalga boyundaydı. İyi huylu olan kimyasalların ışıkları ise değildi. Bu inanılmaz bir keşif. Ultraviyole ışık kullanarak endüstri tarafından kullanılan binlerce kimyasaldan hangisinin kanserojen olma olasılığı yüksek kolaylıkla bulunabilecekti.

Kimyasallarla yaptığı çalışma sırasında Popp öğrendi ki, 380 nanometre dalga boyu kanserojenler tarafından değiştirilen dalga boyu  olmakla birlikte, hücrelerin kendilerini tamir etmek için kullanmayı tercih ettiği dalga boyuydu aynı zamanda.
Hücreler yoğun UV ışığına maruz kaldıktan sonra, 380 nanometrede dalga boyundaki zayıf UV ışığında kendilerini hemen tamir ediyorlar.


Popp’un hipotezine göre kanser, hücrelerin foto-tamir sisteminin bozulması sonucuydu. Popp’un bu hipotezi bir soruyu akla getirdi; Peki, vücutta bu zayıf UV ışığını üreten ne? Popp ve Popp’un öğrencisi olan Bernard Ruth, tüm canlı sistemlerin DNA’sında ışık enerjisi (fotonların) depoladığını buldular ki bu fotonlar güneşten ve besin olarak tüketilen bitkilerden (fotosentez yapan bitkiler kaynaklı) geliyordu.
Depolanan bu ışık çok zayıf, son derece tutarlı biyofotonlar olarak salınıyorlardı.
"Fotonlar vücut proseslerini, farklı frekanslarda farklı performanslar sergileyen iletkenler gibi açarlar." diye açıklıyor Lynn McTaggart bu hipotezi.

Sonraki yıllarda Popp, sağlıklı insan biyofoton emisyonlarının ritmik paternler sergilediği buldu. Ayrıca, bu emisyonların tutarlılığının, yoğunluğunun ve ritmik paternlerinin farklı hastalıkları olan kişilerde farklı şekillerde olduğunu gözlemledi.

Örneğin, multipl sklerozu olan insanlar çok fazla ışık emiyor ve foton emisyonları çok fazla düzen gösteriyordu.  Kanser hastalarının biyo-foton emisyonu tutarlılıktan yoksundu ve doğal ritmik paternleri yoktu.  Ayrıca, tümörler  300 [veya -] 90 foton / cm / dakika  ortalamasında foton yayarken normal hücreler  22 [veya -] 6 foton / cm/ dakika ortalamasında foton yayıyorlardı.

Uluslararası Biyofizik Enstitüsü'nde Popp ve meslektaşları, yüzey tümörlerinin ve cerrahi operasyonla alınan bu tümörlerin ilaca olumlu yanıt verdikleri zamanlarda foton emisyonlarının değiştiğini gözlemlediler. Genellikle olası tedavilerin tümörün yüksek emisyon oranı üzerinde hiçbir etkisi yoktu. Ancak, toksik olmayan bir ilacın tümörü büyük ihtimalle iyileştireceğini tümördeki emisyon düşüşünden anlıyorlardı. 
Kanserli hücreleri öldürmekten ziyade, olmayanları sitimüle ederek kanserli hücreleri yenmeleri sağlanıyordu.

Biyofoton ışık terapisi pek çok kronik hastalığın yanı sıra, hormon tedavileri,  duygu durum bozuklukları ve anti-aging tedavilerinde çağımızın vazgeçilmez tedavileri arasında yerini almayı başardı. Siz de Mora Terapi'ye gelerek Bionic 880'le tanışabilir, hayatınıza yeni ve sağlıklı bir yön verebilirsiniz

17 Temmuz 2020 Cuma

Sağlık Endüstrisinde Dijitalleşme Devrimi - I

Her gün işimiz olan sağlık ve bilimle ilgili yeni gelişmeleri yayınlamak istesek bile sanırım teknolojinin hızına yetişemeyiz.  Ama bu hız tabii ki de bizim yararımıza. Sağlık endüstrisinde de her gün onlarca insana ışık tutabilecek, ilham kaynağı olacak gelişmeler yaşanıyor ki umarız bu hep yaşanır ve biz de aynı heyecanla takip ederiz.

Her sektöre pozitif etkisi olduğu gibi sağlık endüstrisinde de bilimin ve teknolojinin artık büyük bir payı var!

Bilimsel gelişmeler ve teknolojik ilerlemeler sayesinde sağlık alanında çok ciddi gelişmeler yaşanıyor. Bunun sonucunda ise uzayan ortalama yaşam süresi, yükselen hayat kalitesi ve ulaşılabilir 
sağlık hizmetleri bütün dünyada hızla yayılıyor. Endüstri 4.0, 3D Üretim, BT teknolojisinin gelişimi sağlık endüstrisine teknolojinin ve dijitalleşmenin en çok etki ettiği alanlar.

Hastaya Özgü Cihazlar Geliştirmede Endüstri 4.0!

Hastaya özgü cihazlar geliştirmede
Endüstri 4.0, tıbbi imalat alanında önemli avantajlar sağlıyor. Endüstri 4.0 ile ürünler ve yazılımla geliştirilmiş donanımlar, kendi yönetimini ve üretim hattının optimizasyonunu sağlamak için akıllı bilgi alış verişinde bulunabiliyor. Ürünler hangi işlem adımlarından geçeceğini, makineler ise kendi durumunu, kapasitesini ve yapılandırma seçeneklerini biliyor. Bu merkezi olmayan üretim modeli ile operatör müdahalesine ihtiyaç duymadan üretim kararları alınabilir. Bu üretim modeli sağlamlık, özerklik, kendi kendini düzenleme, kişisel bakım, kişisel tamir ve öngörülebilirlik sunuyor. Böylelikle hasta ihtiyaçları için tamamen kişiselleştirilmiş ürünlerin otomatik olarak üretilmesi sadece pratik olmakla kalmayıp, aynı zamanda yüksek verimli ve ekonomik hale geliyor.

Örneğin, ilaçlar... Artık dijital kodlar ile her öksürük şurubu için ambalajın belirli bir kimliğinin olmasını sağlıyor. Böylece ilaç, şirketten ayrıldıktan sonra açıkça tanınabilir durumda olur. Bu, tüm lojistik zincirinde izlenebilirliği sağlar ve sahte ilaçların önüne geçilmesini olanaklı hale getiren büyük bir gelişme. 2019'dan itibaren Avrupa Birliği'nde ilaçlar, yalnızca ambalajında seri numarası olması ve hasar görmediği takdirde satılabilecek. Bu nedenle Endüstri 4.0, üretimin ötesine geçerek tüm değer zincirini kapsamaktadır.

Yapây Zeka ve 3D Üretim’in Sağlık Endüstrisindeki Müthiş Uyumu!

Sağlık sektörüne yönelik yapay zekâ pazarının 2021 yılı itibariyle 6,5 milyar doları aşacağı öngörülüyor. Sağlık sektöründeki karar vericilerin yüzde 39’unun makine öğrenimi ve kestirimsel analiz sistemlerine yatırım yapmayı planladığı düşünülürse, bu rakam ilerleyen yıllarda daha da artacak.
“Hangi doktor? Yapay zekâ ve robotbilim yeni sağlık sektörünü neden şekillendirecek?” başlıklı araştırmada tüketicilerin sağlık sektöründe yapay zekâ ve robotlara ne kadar hazır olduğunu inceliyor.

Araştırmada aşağıdaki bulgular ön plana çıkıyor:

– Yapay zekâ ve robot kullanma isteği giderek artıyor, bu artışta temel etken sağlık hizmetlerinden daha kolay faydalanma.

– Teşhis ve tedavinin hızı ve doğruluğu da yapay zekâ ve robotbilime olan istekliliği artıran önemli bir faktör.
– Daha fazla kullanım ve kabullenme için teknolojiye güven kritik önem taşıyor; ancak sağlık sektörü deneyiminin kilit bileşeni “insan ilişkileri” olmaya devam ediyor.
Kaliforniya Üniversitesi’nden bir grup mühendis ise 3D üretim yöntemi ile kanı güvenli bir şekilde vücut içerisinde taşıyabilen ve dolaşım sisteminin bir parçası haline gelen yapay damarlar üretmeyi başardı. Üniversite, bu çalışmanın organ naklinde yeni bir dönem başlatabileceğini söylüyor çünkü bütün dokuların ve organların kan dolaşımına ihtiyacı var ve bu sistem bu konuda oldukça yardımcı olabilir. Aynı zamanda 3D üretim ile organ üretilmesi için de bu uygulama yeni bir kapı aralamış oluyor.

3D Systems adlı üretim firmasının geliştirdiği özel protez, doğuştan ön bacakları olmayan Derby isimli köpeğe takıldı. Yeni protezleriyle diğer köpekler gibi koşabilen Derby, bu sayede normal hayatına devam ediyor. 3D yazıcıda özel hazırlanan protez, köpeğin daha önce kullandığı tekerli sistemin yerini aldı. Mühendislerin tasarımı geliştirerek köpeğin daha rahat hareket etmesini sağlayacak yeni bir protez üzerinde çalıştıkları da açıklandı.

Ve tabii ki Biorezonans Teknolojisi!

Teknoloji ve bilimin müthiş uyumunun bir başka yansıması da biorezonans. Ortaya çıkış yeri ve ilk kullanılmaya başlanılan yer Almanya’dır. Son on yıldır ülkemiz de dahil olmak üzere tüm dünyada çok daha bilinir hale gelmesine rağmen, MORA-Terapi’nin ya da klasik biorezonansın temel kavramları ve etki mekanizması birçok hekim için açıklanmaya ihtiyaç duymaktadır.

MORA-Terapi’de tedavi materyal maddeler (ilaçlar, tıbbi malzemeler) yerine “elektromanyetik titreşimler üzerinden iletilen bilgi” ile sağlanır. Bu açıklama MORA-Terapi’nin yalnızca uygun bir tanımı olmakla kalmaz, ayrıca klasik homeopati, akupunktur ve diğer etkili madde dışı tedavilere de tam olarak uygulanabilir. Hasta organizmanın iyileşmesi frekanslar üzerinde taşınıldığı düşünülen ve vücut tarafından kendi enerji sistemi içine absorbe olan BİLGİ vasıtasıyla olur. Bilgi elektromanyetik niteliktedir ve elektromanyetik titreşimler şeklinde taşınır. Vücuttaki meridyenler üzerinde akan elektromanyetik bilgi ile dışarıdan verilen bilgi arasında rezonansın gerçekleşmesi iyileşmeyi getirir... Klasik tıbbın tersine, burada iyileşme materyal maddeler (ilaçlar, tıbbi malzemeler) yerine BİLGİ ile sağlanır.

Mora Türkiye hakkında detaylı bilgi almak isterseniz buradan ulaşabilirsiniz: Mora.com.tr

Böyle pozitif gelişmeleri bize sağlayan bilim ve teknoloji insanlarına her daim müteşekkiriz. Umarız tüm dünya bilim ve teknolojiye olan inancıyla yaşama değer katmaya devam eder.



3 Temmuz 2020 Cuma

Birçoğumuzun Kabusu Migren Hakkında Ne Kadar Bilgiliyiz?

Bu hastalığı halk dilinde tanımlamak için en uygun söz öbeklerinden biri kuşkusuz: “Çeken bilir.”dir. İnsanın hayatını en çok etkileyen hastalıklardan biri migren ağrılarıdır ve şaşırtıcı bir şekilde yaygın olan bu problem, yaşamlarının bir döneminde kadınların %25 – 30’unu, erkeklerin ise %15 – 20’si gibi büyük kesimini etkiler. Bunun yanı sıra söz konusu rahatsızlık bazı dönemlerde bir hayli şiddetlenebilmekte ve bu durum daha çok iş ve aile ortamını etkilemektedir. Örneğin sadece profesyonel hayatımızı düşünecek olur isek, önemli bir iş toplantısı ortasında gelen migren ağrısı hem toplantıyı hem de konsantrasyonunuzu dağıtacaktır. Hiçbirimiz hayat kalitemizin böylesine etkilenmesine göz yummak istemeyiz; bu sebeple migreni iyi tanımak, semptomlarını tanımlayabilmek ve bu bağlamda tedavi uygulatabilmek oldukça önemli.

Genetik de olabilen bu hastalık, diğer baş ağrıları ile karıştırılabilir fakat migren sadece basit ve hafif bir baş ağrısı değildir. Bilimsel tanı olarak migren, otonom sinir sisteminden kaynaklanan bio-elektriksel bir hastalıktır. Otonom sinir sistemimizi de bedenimizin tüm yaşamsal faaliyetlerini yöneten bir ağ gibi düşünebilirsiniz. Karıştırmamak adına çeşitli semptomlarla tanı koyulur. Migrende baş ağrısı kişiden kişiye göre değişkenlik gösterirken 4 ile 72 saat aralığında sürebilir. Bu süre zarfında mide bulantıları, ışığa, kokuya veya sese hassasiyet, uyuşma veya karıncalanma, ense, şakak veya göz çevresinden başlayan ağrı hareket ettikçe çoğalabilir. Atak sırasında, otonom sinir sisteminin temel işlevleri olan damar-sindirim-dolaşım geçici bir süreliğine aksar bu da çeşitli olumsuzlukları beraberinde getirebilir.



Migren hakkında öne çıkan pratik bilgileri ve semptomları şöyle sıralayarak
hastalığı mercek altına alabiliriz:

Baş ağrısı, bulantı, kusma, ışık, ses, koku hassasiyeti en belirgin şikâyetlerdir.
Basit migren en sık, auralı en farklı olanıdır.
Auralıda görsel bulgular, uyuşma, geçici felç gibi nörolojik semptomlar olabilir.
Çocuklarda karın ağrısı, bulantı, kusma ön planda olabilir.
Psikolojik sıkıntılara da yol açabilir.
En büyük iş kaybı nedenidir. Atak sırasında %90 hasta işini sürdüremez.
Ayda ortalama iki atak yaşayan kişi, yılın bir ayını kaybetmektedir.

Değişik migren tiplerinden söz edebiliriz. Haberci / belirtili migren ve haberci / belirtisiz migren en sık rastlanan tiplerdir. Haberci belirtisiz olan daha sık görülür. Haberci belirtili olanda (auralı migren) baş ağrısı öncesinde bazı belirtiler olur. Bunlar daha çok görme ile ilgilidir. Karanlık nokta, görme alanında zikzaklar veya parlayan ışıklar olabilir. Bazı hastalar baş ağrısı öncesinde sanki bir tül perde oluştuğundan veya dış âleme buzlu cam arkasından bakar gibi bir duruma girdiklerini ifade ederler. Daha seyrek olarak vücudun bir tarafında uyuşma veya güçsüzlük bazen de konuşma bozukluğu olur. Bu haberci belirtilerden sonra baş ağrısı başlar. Migren hastalarının büyük çoğunluğunda ise bu haberci belirtiler olmadan baş ağrısı ve diğer buna eşlik eden belirtiler başlar. Bu örnek migren haberci belirtisiz migren olarak adlandırılır (aurasız migren).

Her ne kadar sağlıklı beslenmeyle milyon yıllar yaşayamıyor olsak da yaşam standartlarımızı üst düzeye çıkarmak mümkün. Bu üst düzeye çıkarmaya çalıştığımız sağlığımız migren ataklarını da azaltmaya yardımcı olabilir. Seyhanlar manav reyonundan temin edebileceğiniz taze sebzelerle hazırlayacağınız çorbalar veya püreler, kereviz, haşlanmış yumurta, armut, elma, kivi, papatya veya melisa çayı atakların sayısını azaltabilir. Aynı zamanda migren ilaçlarıyla birlikte kafein tüketimi baş ağrınızın hafiflemesine yardımcı olurken aşırı tüketilmesi durumunda ters etki yaratarak ağrının daha fazla artmasına neden olabilir. 


Peki migrenin tam anlamıyla tedavisi mümkün mü?

Migren genellikle 16-35 yaş arası başlar ve 50 yaş civarında sıklığı azalmaya başlar. Kadınlarda menstruasyonla ilgili migren menopozda kaybolur. Bazı istisnalar hariç migren ileri yaşlarda problem olmaz. Migren tanısı mutlaka ilgili uzman hekim tarafından konur. Baş ağrısına sebep olabilecek birçok faktör olabileceği bunların bir kısmının tehlikeli olabileceği unutulmamalı ve teşhis için mutlaka konunun uzmanına başvurulmalıdır. 



Kronik Migren Hastalarında Biorezonans (MORA) Terapinin Etkisi ve Sonuçları

Yakın zamanda gerçekleşmiş bir örnekte nöroloji kliniğine başvuran, Uluslararası Baş Ağrısı Sınıflaması II’ ye göre epizodik migren tanısı konulan, tedaviye dirençli ve sık atak geçiren 4 kadın (%80) ve 1 (%20) erkek olmak üzere toplam 5 hasta biorezonans terapiye için çalışmaya alınıyor. Mevcut hastaların hepsini aurasız migren hastaları oluştururken, epizodik migren dışında hastalığı olanlar çalışmaya alınmıyor. Hastalara MİDAS testi verilerek, her hasta için MİDAS skoru, baş ağrısı olan toplam gün sayısı ve atak sıklığı belirleniyor. Hastaların almakta olduğu bütün migren proflaksi ilaçları kesilerek, hastalara biorezonans (MORA TERAPİ) uygulanıyor. MORA Terapi seansları atak ve atak dışı olmak üzere iki dönmede uygulanırken, ataklarda sadece renk terapisi ve MTI kupasına analjezikler konularak yapılırken atak dışı dönemde Bioritim, renk ve Bach Çiçekleri kullanılıyor. Bu süreçte hastalara hiçbir medikal tedavi uygulanmıyor; ancak tedavi tamamlandıktan sonra ataklarda kullanımı için basit analjezikler öneriliyor. Hastaların MİDAS skorları 4-10 arasında sonuçlanıyor.  Ağrı şiddeti 0-10 ölçeğine göre “5” düzeyine geldiğinde genel olarak özürlülüğün başladığı kabul edilmektedir


Tedavi başlangıcından önceki 3 ay boyunca hastaların MİDAS ortalama derecesi 8 iken 3 aylık bir tedavi periyodu boyunca MİDAS ortalama skoru 2 olarak belirleniyor. Tedavi sonucunda hastaların sosyal ve iş gücü kaybına neden olan atakları %80 azalmış ve hastalar basit analjeziklere bile yanıt alınır hâle gelmişler. Sonuç olarak migren tedavisinde MORA Terapi farmakolojik tedaviye alternatif olarak değil ilk seçenek olarak düşünülmelidir. Biorezonans Terapi artık bilimsel ve akademik çevrelerde de yerini almalı ve etki mekanizması araştırılmalıdır. 
Asla “Çeken bilir.” demeyeceğiniz, hem kişisel hem de profesyonel hayatınızda herhangi bir hastalık sebebiyle olumsuzluklar yaşamayacağınız, bol sağlıklı ve güçlü günlere...