31 Mart 2014 Pazartesi

Alerji Tedavisinde Yan Etki Olmaksızın İyileşmek Mümkün

Günümüzde, gittikçe artış gösteren sağlık sorunlarının başında alerjik hastalıklar gelmektedir. Endüstrileşmeyle birlikte değişen çevresel koşullar, beslenme alışkanlıklarındaki farklılıklar, polenler, evlerdeki toz akarları, küf mantarları, hamam böcekleri, kedi-köpek alerjenleri, çeşitli gıdalar, yoğun ilaç kullanım alışkanlıkları, paketli gıda ürünlerindeki katkı maddeleri başta solunum ve cilt olmak üzere vücuttaki pek çok sisteme ait alerjik reaksiyonları artırmaktadır. Alerjenler, genel olarak insanlar için zararsız partiküllerdir ancak alerji gelişimine yatkın insanlarda alerjik hastalıklara yol açarlar. Alerjik rinitin başlıca belirtileri; burunda kaşıntı, tıkanıklık, akıntı, hapşırma, kuru öksürük ve boğaz kaşıntısıdır. Alerjik astımlı kişilerse duyarlı oldukları alerjenlerle temas etmeleri halinde kuru öksürük, nefes darlığı, göğüste sıkışma, hırıltı gibi şikayetler duyarlar Alerji, astım ve alerjik riniti olan hastalarda sadece solunum şikâyetlerine yol açmaz, aynı zamanda sürekli bir yorgunluk, halsizlik nedenidir. Özellikle kullanılan pek çok ilaç hastalarda halsizlik hatta bazen de sersemliğe yol açar.
Bahar aylarında sıklıkla görülen alerjik hastalıklar enfeksiyon hastalıklarıyla benzerlik gösterdiğinden karıştırılabilir. Yanlış tanı gereksiz ilaç ve antibiyotik kullanımına yol açtığı gibi aynı zamanda doğru bir şekilde tedavi edilmeyen alerjik hastalıkların kronik hale gelmesine de neden olabilir. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, Avrupa'da 1999-2004 yılları arasında astım vakaları yüzde 5 ile 20 artmıştır. Dünyada yüz milyonlarca kişi de saman nezlesinden mustariptir ve yaklaşık 300 milyon da astım hastası vardır.
Mart ve özellikle Nisan aylarında atmosferde polen sayısının artması ve burun ve ağız yoluyla polenlere maruz kalınması sebebiyle vücut bunları yabancı madde olarak algılar. Bu da alerjik rinite neden olur. Alerjik hastalıkların tedavisindeki en önemli ve ilk yapılması gereken yöntem alerjenden kaçınmaktır. Ancak özellikle polenler gibi çok yaygın olan alerjenlerden kaçınmak kolay değildir. Başta Almanya olmak üzere, birçok Avrupa ülkesinde özellikle alerji tedavisinde ve daha birçok alanda başarıyla uygulanan bir tamamlayıcı tıp yöntemi olarak Mora Terapi’de deneyimin en fazla olduğu, aynı zamanda en fazla klinik deneyim gerektiren alan alerjidir.
Bu konuda Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Mustafa Çalık’ın değerlendirmesi şöyle: “Göğüs hastalıkları polikliniğimize başvuran hastaların önemli bir kısmını alerjik nedenlerle gelenler (astım ve alerjik rinit) oluşturmaktadır. Bu hastalardan konvansiyonel antiastmatik ve antialerjik tedaviye ek olarak, Mora Terapi ile alerji tedavi seanslarına girmeyi kabul ve talep eden hastaların sonuçları oldukça yüz güldürücü görünmektedir. Hasta memnuniyeti Mora Terapi ile alerji tedavisi üzerine özellikle Almanya’da ve ayrıca diğer Avrupa ülkelerinde yapılmış çalışmaların sonuçları ile paralellik göstermektedir(başarı veya memnuniyet %80 civarında).  Astım ve alerjide aldığımız bu çok önemli ve yüz güldürücü sonuçlar önümüzdeki süreçte yayınlanacaktır. Mora Terapi’nin başarısı, sanırım bu alandaki tartışmalara ve tedavi protokollerine de yeni bir boyut getirecektir. Bu başarılı sonuçlara ek olarak, tedavinin bilinen bir yan etkisinin olmaması da gelecekte bu tedavinin oldukça yaygınlaşacağına dair önemli bir göstergedir.” 

21 Mart 2014 Cuma

Sigara Güneş Işınlarından Daha Tehlikeli Olabilir!

Ondokuz Mayıs Üniversitesi (Omü) Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nilgün Şentürk, AA muhabirine yaptığı açıklamada, sigaranın deri üzerinde birçok zararlı etkisi bulunduğunu söyledi.

Sigara içen kişilerde hayatı boyunca sigara kullanmamış kişilere göre iki kat daha fazla kırışıklık oluştuğunun saptandığını belirten Şentürk, şöyle konuştu:

"Yaşlanma, moleküler değişikliklerin sonucu oluşmakta. Bu moleküler değişikliklere yol açan birçok çevresel faktör var. Ağız veya hava yoluyla alınan maddelerin metabolitleri ve hormon düzeyleri deri yaşlanmasını etkilemekte. Ultraviyole ışınlar, hava kirliliği, enfeksiyonlar, sigara içmek ve bazı hormonal faktörler yaşlanma sürecini hızlandıran en önemli etkenler. Sigaranın deride yapmış olduğu değişiklikler güneş ışığı, yaş, kilo değişiklikleri ile ilişkili değildir. Sadece sigara içme süresi ve miktarı ile ilişkilidir. Sigara içmek, güneş ışınlarının olumsuz etkilerine göre daha fazla deri yaşlanmasına ve kırışıklıklara neden oluyor."

"Sigara, derinin rengini matlaştırıyor"

Derinin hem dumanın doğrudan temasıyla hem de solunum yolundan kan akımına karışan toksik bileşenler ile dolaylı olarak sigaranın olumsuz etkilerine maruz kaldığını vurgulayan Şentürk, sigara içen kişinin derisini hemen tanımanın mümkün olduğunu, yüzde gri bir rengin ortaya çıkarak derinin rengini matlaştırdığını ifade etti.

Sigaranın içinde yer alan nikotinin, derinin üst tabakasındaki su içeriğinde azalmaya neden olarak derinin daha kuru görünümüne neden olduğunu dile getiren Şentürk, şunları söyledi:

"Sigara, damarlardaki daraltıcı etkisiyle deride gri-esmer renklenmeye neden olduğu gibi kan akımını bozarak, yara iyileşmesini olumsuz yönde etkilemekte. Derideki kronik oksijenlenmenin azalması, kollajen sentezini düşürerek belirgin kırışıklığa neden olmakta. Sigara içen kişilerde tipik sigara tiryakisi yüzü adı verilen dudak çevresinde, dudağa dik çizgiler, yüzde kırışıklık ve soluk, cansız, kuru deri, alttaki kemik çıkıntılarının belirginleşmesi sonucu çökmüş yüz ifadesi sık karşılaştığımız görüntülerdir. Sigaranın yani nikotinin toksik etkisi yanması ile ilgilidir. Çünkü bu süreçte fenol, katran, aldehitler gibi birçok kimyasal madde ve bileşik açığa çıkar."

"Saç ve tırnaklar da olumsuz etkileniyor"

Prof. Dr. Şentürk, şunları kaydetti:

"Sigaradan saçlar ve tırnaklar da etkilenir. Dökülmesi artan, kuru kırılgan saçlar yanında tırnaklar ve el parmaklarında sararmalar meydana gelir. Sigara içiminin sedef hastalığı, el ve ayaklarda iltihaplanma ile seyreden bazı hastalıklar, tedaviye dirençli ter bezi hastalıkları, sistemik ve dudak, ağız boşluğu ve cinsel bölgede yerleşen kanserlerle yakından ilişkisi olduğu bilinmekte. Ayrıca sigara kullanımı, Tat ve koku alma duyularında bozukluk, nefesin kötü kokması, ses kalınlaşması, saçların ve giysilerin sigara kokması ve özellikle dudak ve göz çevresinde olmak üzere yüzde erken kırışıklık oluşumu, deri renginde donuklaşma, erken deri yaşlanması gibi bazı kozmetik ve sosyal sorunlara yol açmakta. Bu nedenle deri hastalığı olanlar ve derisinin sağlıklı kalmasını isteyenler için Sigarayı Bırakmak ilk koşuldur." – Samsun

14 Mart 2014 Cuma

Çocuklarda Fazla Kilo Öfke Sebebi

Fazla kilo ve obezite yetişkinler için olduğu kadar çocuklarımız için de giderek büyüyen bir sorun haline geldi. Birçok insan çocuklardaki kilo ile ilgili sorunların genetik olduğu düşünür. Bu sorunun kökeninde genetik yatkınlık olabileceği doğrudur ancak ana nedenler; hormonal dengesizlik, yaşam tarzı, beslenme alışkanlıkları, düşük fiziksel etkinlik düzeyidir. Özellikle kentsel kesimdeki her dört çocuktan birinin fazla kilolu ve gelecekte sağlık sorunları yaşama riski altında olduğu unutulmamalıdır. Oluşabilecek sorunları önceden tespit etmek ve önleyici tedbirler almak için çocukluk yıllarında kilo artış hızına özen göstermek gerekir. Araştırmalar 10 ile 20 yaş arasında alınan kiloların ileri yaşlardaki vücut ağırlığını belirleyen önemli faktörlerden biri olduğunu göstermektedir. Üstelik bu yaşlarda alınan kilolar çocukların sadece metabolizmalarını değil psikolojilerini de etkiler.
ABD Yale Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırma özellikle 14-18 yaşları arasında ergenlik dönemindeki kilolu gençler arkadaşları, öğretmenleri, hatta aileleri tarafından ayrımcılığa uğradıklarını ya da kışkırtıldıklarını göstermektedir. Zaman içinde çevresinin kendisi hakkında iyi düşünmediği, başarısız, tembel ve beceriksiz biri olarak görüldüğünü düşünen çocuklar yalnız kalmayı ya da sınırlı arkadaşlıkları tercih ederler. Bu çocuklarda okul başarısının da düştüğü gözlemlenir. Fazla kilolu ya da şişman çocuk olmak, yeni yetişen bu bireylerin özgüven eksikliğine, mutluluklarını yitirmelerine neden olur.
Çocuk obezitesi mücadelesinde diyet yapmak da en önemli yanlışlardan biridir. Bu sorunu çözmek için doktor, aile, rehber öğretmen, sınıf öğretmeni, beden eğitimi öğretmeni ya da aktivite uzmanı gibi farklı kişilerin birlikte çalışması en doğrusudur. Porsiyonları küçültmek, daha sağlıklı ve hareketli bir yaşam tarzı seçmek, fazla atıştırmalıklardan vazgeçmekle çocuğun boyu ulaşacağı son noktaya gelene kadar kilo alımını yavaşlatarak sağlıklı alışkanlıklar kazandırmak yerinde olur. En önemlisi, çocuğa olduğu gibi sevildiğini ve desteklendiğini hissettirmektir. Ona zayıf ve formda olmanın değil sağlıklı olmanın ve sağlıklı beslenmenin önemi anlatılmalı ve yolları gösterilmelidir.
Dr. Murat Besler’e göre, gelişme çağındaki çocuk ve ergenlerde kilo almaların önemli sebeplerden biri de gelişim sonucu hormon dengesizliğidir. Bu dengesizlik çocukta ve ergende hem kilo alma gibi fizyolojik hem de öfke ve anksiyete gibi bir çok psikolojik sorunlar ortaya çıkabilir Mora terapi gelişim çağındaki çocukların hormonal ve fiziksel dengesizliklerini düzelterek hiç bir ilaç kullanımına gitmeden tedavi eder.
Mora Terapi seansları sonrasında artık ekmek, makarna, hamur işleri, tatlılar ya da çikolata gibi karbonhidratları eskisi gibi aramadığını, yeme ihtiyacının ortadan kalktığı belirgin bir biçimde fark edilir. Mora Terapi’nin bu uygulaması, fazla kullanıldığı düşünülen her türlü sağlıksız gıda için kullanılabilir. Tuz, kahve, çay, alkol, tatlılar, çikolatalar, kola, şarküteri ürünleri vb…
Özellikle çocuk ve ergenlerin kilo problemlerinin çözümünde yan etkisiz olması, etkinliği ve hızlı sonuç vermesiyle Mora Terapi doktorlar tarafından da tavsiye edilmektedir.

13 Mart 2014 Perşembe

Geçmeyen Ağrıların Nedeni Fibromiyalji Olabilir.

Boyun, omuz, göğüs, sırt bölgesi, kollar, bacaklar… Sebebi bulunamayan, neredeyse tüm vücudu dolaşan, ruhsal gerilimle artan ve bir türlü geçmeyen ağrıların altındaki neden fibromiyalji olabilir.


Sürekliliği olan ve gezici ağrılar şeklinde kendini gösteren fibromiyalji, özellikle stres durumlarında ortaya çıkıyor. Bu yönüyle maskeli depresyon ve somatizasyon bozukluğu ile çok karıştırılan stres romatizması, mide ve bağırsak problemlerine de yol açabiliyor.
Nöroloji Uzmanı Dr. Mehmet Yavuz, ‘stres romatizması’ da denilen fibromiyalji tedavisinde ağrı kesicilerin yanı sıra antidepresana da ihtiyaç duyulabildiğini söylüyor.
Fibromiyaljinin kadınları daha çok etkilediğini belirten Dr. Mehmet Yavuz, “Fibromiyalji, başarı konusunda tutkulu, mükemmeliyetçi ve titiz kadınlarda daha sık görülüyor ve sürekli nüksetmesi ile tedavi edilemeyen bir hastalıkmış imajı veriyor” diyor.
Ülkemizde yaklaşık 1,5 milyon fibromiyalji hastası olduğunu vurgulayan Dr. Yavuz, bu hastalığın en önemli özelliğinin ilaçlarla tedavi edilmesine rağmen yeni stres durumlarında nüksedebilmesi olduğunu belirtiyor.
KALP HASTALIKLARIYLA KARIŞTIRMAYIN!Kas olan her yerde görülebilen fibromyaljinin en çok boyun, omuz, göğüs ve sırt bölgesinde ortaya çıktığını belirten Dr. Yavuz bu nedenle göğüs ağrılarının kalp hastalığı gibi algılandığının altını çiziyor. Adale sertleşmesine bağlı olarak ağrılı bölge hareket ettirildiğinde ‘kütürtü’ sesleri çıkabilen fibromiyaljide uyku bozuklukları da sık görülüyor. Uyku dengesizliğinin olmadığı kişiler tedaviye daha iyi ve hızlı cevap veriyor.
ÖNCE STRESTEN UZAKLAŞINDr. Yavuz, ağrılı bir sendrom olmasına rağmen fibromiyaljinin sadece ağrı kesiciler ve adale gevşeticilerle düzeltilmesi mümkün olmadığını belirterek şunları söylüyor:
“Tanı konmadan önce birçok hastaneye başvuran ve çevresi tarafından ‘hastalık hastası’ olarak nitelendirilen fibromiyalji hastaları öncelikle stresten uzaklaştırılmalıdır. Psikolojik destek ve ilaçlarla ya da stres unsurlarının ortadan kalkması ile hasta düzelme sürecine girer. Tedavide Magnetoterapi, biofeedback, lokal fizik tedaviler, hipnoterapi, akupunktur, lokal enjeksiyonlar, kognitif davranış terapileri ve masaj kullanılabilir ancak en etkili unsur stres faktörlerinin uzaklaştırılmasıdır.”
Kaynak: http://www.ntvmsnbc.com/id/25196041

3 Mart 2014 Pazartesi

Stres Altındaki İnsanların Ciltleri Lekelenmeye Daha Yatkın Oluyor.



Stres cildin de bağışıklık sistemini zayıflatıyor.
Stresin sadece ruhu değil, cildi de kararttığını söyleyen Cilt Hastalıkları Uzmanı Doktor Betül Şengör, stresin cildin bağışıklık sistemini zayıflattığını belirtiyor. Bu durumun pek çok cilt sorununa yol açtığını vurgulayan Dr. Şengör, ayrıca son zamanlarda 30-45 yaş arasındaki kadınlarda görülme sıklığı artan Hashimoto tiroiditi hastalığına dikkat çekiyor.
Dr. Betül Şengör, “Bu hastalıkta ciltte hem kuruluk hem de akne görülebilirken, bazen de melasma isimli hormonal lekeler de gözlenebiliyor. Hashimoto tiroiditi hastalığı 30-45 yaş grubunda olan, evlilik, annelik, iş, şehir hayatı gibi nedenlerle sorumluluğu fazla olan kadınlarda daha sık görülüyor” diyor.
Stres akut veya kronik bir sorun olarak vücutta da ya kısa ya da uzun süreli problemleri beraberinde getiriyor. Psikolojik bir sorun cilt hastalıklarının da tetikçisi olabiliyor. Dr. Şengör, sadece ciltte değil, endokrin hastalıklar içinde de stresin önemli rol oynadığını söylüyor.
Şengör,“Stresten asabi egzama olmuş, üzüntüden şeker hastası veya kanser olmuş gibi cümleleri sıkça duyarız. Örneğin uçuk virüsü dudaklarda sıklıkla gözlenir. Genellikle ya görülen bir kâbusun ertesi sabahı ya da ani bir stresle ortaya çıkar. Oysa sedef hastalığı veya alopesi areata dediğimiz özel saç dökülme türü daha kronik stres hallerinde sıklıkla gözlenir. Cilt hastalıkları başta olmak üzere tüm hastalıklarda vücudun savunma sistemi olumsuz etkilenir ve hem vücudun hem de cildin bağışıklığı azalır. Bu nedenle başta virüsler olmak üzere hücresel hasar yaratan tüm hastalıklar tetiklenebilir” diye konuşuyor.
STRES VÜCUTTA NELERİ DEĞİŞTİRİR?Dr. Şengör, stresin vücutta yarattığı değişimi şöyle anlatıyor: “Öncelikle merkezi sinir sisteminin stresi ilk algılayışı ile yani görmek, duymak, hissetmek ve düşünmek ile gelişen duruma beyin nörolojik ve hormonal yollardan cevap verir. Ya refleks olarak ya da düşünülmüş olarak bir vücut dili oluşur, eş zamanlı olarak ilk adrenalin (heyecan hormonu denebilir) salgılandığı an koşabilecek enerji ve güç oluşur. Asetil kolin (kas-sinir ilişkisi, aynı zamanda salgıların da düzenlenmesinde etkilidir) daha sonra kortizon seviyeleri değişir. Bu durumda kan basıncı ve kan şekeri değişikliğe uğrar, tüm vücut salgıları tepki verir, ağız kuruması, el, koltuk altı, yüz terlemesi, hatta bağırsak hareketlerinin artışı gibi belirtiler ortaya çıkar. Belli bir yaştan sonra stresle gelişen bu hormonal değişiklere karşı vücut savunmasını azaltabilir veya tepkisizlik geliştirebilir. Otoimmun hastalıklar dediğimiz vücudun kendi kendisine antikorlar ile savaş açması da stres ile tetiklenen durumlar arasında sayılır.”
Stres anında kortizol ile birlikte prolaktin hormonunun da arttığını, prolaktindeki değişikliğin leke ve aknelerde artışa yol açtığını belirten Şengör, “Yani stres bizi basit veya komplike birçok hastalığa karşı savunmasız bırakabiliyor. Bu nedenle daha fazla spor yapın, yediklerinize ve içtiklerine dikkat edin, sevdiklerinizle daha fazla vakit geçirin” önerisinde bulunuyor.
Alıntı: http://www.ntvmsnbc.com/id/25335192

Doğadan Uzak Kalmayın


Yakın zamana kadar alerjiye aşırı hijyenin yol açtığı sanılıyordu. Ancak İngiliz bilim insanları, alerji ve bağışıklık sistemiyle ilgili bazı hastalıkların asıl sebebinin, topraktan, doğadan uzak yaşam olduğunu ortaya çıkardı.

http://www.ntvmsnbc.com/id/25388363

Alerji ve astım, tüm dünyada hızla artıyor. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, Avrupa'da 1999-2004 yılları arasında astım vakaları yüzde 5 ile 20 arttı. Dünyada yüz milyonlarca kişi saman nezlesinden muzdarip, 300 milyon da astım hastası var.
Önceden alerjiye aşırı steril ortamlarda büyümenin yol açtığı tahmin ediliyordu. Ancak İngiltere'de yapılan araştırma bu kanıyı çürütecek nitelikle. Londra'da Temizlik ve Tropikal Tıp Okulu ile Ev Temizliği Bilimsel Forumu tarafından yürütülen ortak araştırmaya göre, asıl sebep, doğada bulunan bazı mikroorganizmaların ortadan kalkışı.
Prof. Sally Bloomfield, bunun sebebinin bağışıklık sistemimize katkısı olan mikroorganizmaların, kentleşme ile birlikte azalması, hatta ortadan kalkması olduğunu belirtti. Bloomfield sözlerini şöyle sürdürdü: “İnsanlar binlerce yıl önce henüz avcılık dönemindeyken, bağışıklık sistemleri oluşurken, çeşitli mikroorganizmalara maruz kaldılar. Bağışıklık sistemleri bu mikroorganizmalarla, mikroplarla birlikte gelişti.”
İnsanları alerjiden ve diğer bağışıklık sistemi hastalıklarından koruyan mikroorganizmalar, kırsal kesimde bulunuyordu. Kentleşmeyle birlikte hastalıklar da tetiklendi. Zira kentlerde yaşayan mikroorganizmalar, kırsal kesimden farklı.
Bilim insanları, sadece alerjinin değil, diyabet, MS ve kronik inflamasyon hastalıklarındaki artışı da bu eski mikroorganizmaların yokluğuna bağlıyor.
Hangi mikroorganizmaların yokluğunun alerjiye ve astıma yol açtığının henüz tespit edilemediğini belirten bilimciler, bunlar ortaya çıkarılıncaya kadar temizlikten taviz verilmemesi gerektiğini belirtiyor.