25 Haziran 2014 Çarşamba

Yaz Depresyonuna Dikkat Edin!


 Genel olarak kış depresyonu olarak tanımlanan mevsimsel duygulanım bozukluğu, yaz depresyonu olarak da görülebilir. Yaz depresyonu, kış depresyonuyla karşılaştırıldığında ender görülen ve farklı belirtilerle ortaya çıkan bir duygulanım bozukluğu.

Kış depresyonunun nedenleri yaz depresyonuna oranla daha net açıklanabiliyor.
Yaz depresyonununda da kış depresyonu gibi günlük duygulanım durumunun değişimi, genetik veya stresle bağlantılı faktörlerin etken olabileceğini söyleyen Memorial Hastanesi’nden Uzman Klinik Psikolog Ayşe Elif Orhon, yaz depresyonu tanısı ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.

20 yaş altındaki bireylerde mevsimsel dMemorial Hastanesi’nden Uzman Klinik Psikolog Ayşe Elif Orhon, yaz depresyonu tanısı ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi. uygulanım bozuklukları görülmemektedir, yaşla birlikte mevsimsel duygulanım bozukluklarında artış görülebilir. Bunun yanı sıra kadınlarda erkeklere oranla mevsimsel duygulanım bozuklukları 4 kat daha fazla görülmektedir.

Yaz depresyonunun belirtileri kış depresyonununkinden farklıdır. İlkbahar sonları ve yaz başlarında başlayabilir. Belirtileri şöyle sıralamak mümkündür:

Depresyon, ümitsizlik hali, ilgi ve istek kaybı, anksiyete (endişe, kaygı), uykusuzluk, aşırı hassasiyet, çabuk kızmak, sinirlilik, heyecan, huzursuzluk, sözel ve motor etkinliklerde artış, iştah kaybı, seksüel dürtülerde azalma, intihara yönelik duygu ve düşünceler.

Görülme sıklığı sadece yüzde 1 olan yaz depresyonunun nedenleri kesin olarak bilinmese de mevsimsel duygulanım bozukluğunda güneş ışığının önemli rol oynadığı söylenmektedir. Yaz depresyonunun kış depresyonu gibi nedenleri bilinmemektedir.

Fizyolojik, kimyasal ve genetik dışında bireysel faktörlerin ve kişinin bireysel geçmişinin etkisi de önemlidir. Geçmişte yaşanılan travmatik bir olayın neden olduğu depresyon, her yıl aynı dönemlerde tekrar hatırlanarak da mevsimsel depresyona yol açabilir.

Tanı konulması için depresyon halinin yılın aynı döneminde birden fazla tekrarlanması gerekmektedir. Stresten mümkün olduğu kadar uzak durulması da bu dönemin daha rahat atlatılmasına yardımcı olacaktır. Yukarıdaki belirtiler yaşanıyorsa en kısa zamanda konuyla ilgili bir uzmana danışılması gerekmektedir.
http://www.ntvmsnbc.com/id/24977768/

18 Haziran 2014 Çarşamba

Küçük Kalıntılar Çölyak Hastası İçin Büyük Risk

Hacettepe Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Hamit Köksel, son yıllarda alerjik rahatsızlıkların dünya genelinde giderek arttığının tespit edildiğini söyledi.

Bu nedenle özellikle Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin alerjenlere karşı çalışmalarını genişlettiğini ifade eden Prof. Dr. Köksel, bu çalışmalarda öne çıkan konuların başında, alerjen bulaşıların yarattığı sorunların geldiğini anlattı. Fındık, yer fıstığı, kabuklu deniz ürünleri ve gluten içerikli birçok ürünün en küçük kalıntısının bile bu gıdalara hassasiyet gösteren hastaları olumsuz etkileyebildiğini belirten Köksel, şunları söyledi:



''Yurt dışında yaşanan bir olay, alerjen bulaşıların yol açabileceği sorunu gözler önüne seriyor. Fındığa alerjisi olan genç bir kız, erkek arkadaşını öpünce çok ciddi rahatsızlandı. Fındık yiyen erkek arkadaşından geçen küçük bir gluten üzücü sonuçlara yol açabilirdi. Bu yüzden alerjenler konusunda eğitimler giderek artıyor. Biz de bölüm olarak son dönemlerde alerjenler konusundaki eğitimlerimizi artırdık. Gıda sanayisinin alerjenler hakkında bilgilenmesi ve özellikle bulaşılar konusunda önlemler alması gerekiyor. Türkiye'de artık, gıda üretiminde alerjen bulaşılarının ciddiyetle ele alınmasının zamanı geldi.''

SALATANIN SUYUNA BANDIRILAN EKMEK BİLE BÜYÜK RİSK
Çölyak Derneği Başkanı Şebnem Ercebeci ise alerjen bulaşılar konusunda en büyük mağduriyeti çölyak hastalarının yaşadığını belirterek, bu sorunun çözümünü en çok kendilerinin istediğini söyledi.

Ercebeci, çölyak hastalığının buğday, arpa, çavdar ve yulafta bulunan, bir protein olan glutene karşı vücudun hassasiyet göstermesi olduğunu ifade ederek, şöyle konuştu:

''Çölyak, ömür boyu süren bir rahatsızlıktan. İnce bağırsak alerjisi olarak da tanımlanan bu hastalıkta glütensiz diyetle yaşam sorunsuz sürdürülebilir. Türkiye'de her 100 kişiden 1'inin çölyak hastası olduğu biliniyor. Sayı bu kadar fazla ancak çölyak hastaları için ne özel bir restoran ne de bir fabrika var. Hastalar dışarıda yiyemiyor çünkü büyük sıkıntılar yaşıyor. Bir lokantada et, döner, köfte ya da salata yiyemiyoruz. Döner kesildiğinde kenarındaki pideden, köfte yapılırken içine konulan ürünlerden bulaşan gluten yemeğimizi adeta zehirliyor.''

Tabağa veya kaşığa bulaşan en küçük glutenin bile hayatlarını daha zorlaştırabildiğini dile getiren Ercebeci, ''Bunu kimse bilmiyor. Salatanın suyuna ekmeğini bandıran bir baba, çocuğuna ne ölçüde zarar verdiğini kestiremiyor. Makarna karıştırılırken kullanılan bir kaşıkla çölyak hastası için hazırlandığı sanılan yemek yada mutfaktaki un tozları, bizler için her zaman büyük risk'' dedi.

MEKTUP ZARFLARINDAN BİLE UZAK DURUYORLAR
Dernek Başkanı Şebnem Ercebeci, bazı gıda firmaların ''glutensiz'' ürün ürettiğini ancak bunların bile çölyak hastalarını etkilediğini vurgulayarak, ''Çünkü normal glutenli bir ürün ile çölyak hastaları için yapılan ürün aynı bantta üretiliyor. Glutensiz yazsa da firma bulaşıyı dikkate almıyor. Bunu tüketen hasta da büyük sıkıntı çekiyor. Ülkede bir düzenlemeye gidilmesi şart. Biz birçok yerde, programda aç kalıyoruz'' diye konuştu.

Bir gıda fabrikasının bir bölümünün glutensiz üretim için özel olarak açılabileceğine dikkati çeken Ercebeci, şunları kaydetti:

''Kasaplardan, marketlerden hazır kıyma alamıyoruz, çünkü bazı kıyma makinelerinde hazır köfte hazırlamak amacıyla ekmek de çekilebiliyor. Yemeklerin içeriği kadar mutfakta glutenle temas olmaması da çok önemli. Glutenle bulaşma olmaması gerekiyor. Ekmek kırıntılarının sıçramamasına, unlu gıdaların kızartıldığı yağda yemek hazırlanmamasına dikkat ediyoruz, etmeliyiz. Unlu bir yemekte kullanılan aynı kaşık ve bıçağı yıkamadan kullanamıyoruz. Mutfakta gluten içeren ve içermeyen gıdaları ayrı yerlerde saklıyoruz. Unun tozları uçabildiğinden, fırını yemek pişirmeden önce iyice temizlemek zorunda kalıyoruz.''

Ercebeci, teflon, tahta kaşık gibi mutfak aletlerinin gözeneklerine giren glüten zerreciklerinin bile büyük risk oluşturduğunu belirterek, ''Sirke, çikolata, sakız, ketçap, mayonez, dondurma gibi gıdaların bazılarında glüten bulunabiliyor. Kenarları yapışkanlı mektup zarflarında, kenarları kıvırık karton bardaklarda da glüten var. Zarfların yalanmaması, bu ürünlerin kullanılmaması konusunda uyarılar yapıyoruz. Birçok ürünü glüten içerdiği için yiyemiyoruz ancak bulaşanlar da çok önemli. Çölyak, gerçekten zor bir hastalık. Bu yüzden mücadele için destek gerekiyor'' dedi.

ÇÖLYAK HASTALIĞI HAKKINDA…
Çölyak hastalığı bağırsaklardaki sindirimi sağlayan villus denilen yapıların bozulmasına sebep olan ve dolayısıyla da yiyeceklerdeki besinin emilmesini engelleyen ve ince bağırsakta hasarlar oluşturan bir sindirim hastalığı olarak tanımlanıyor. Küçük çocuklarda kusma, ishal, karın şişliği, iştahsızlık, kilo alamama ve boy uzamasında yavaşlama gibi tipik belirtilerle ortaya çıkabileceği gibi, daha ileri yaşlarda sadece kansızlık, boy kısalığı, kemik zayıflığı ve nedeni bilinemeyen karaciğer hastalığı gibi çok değişik belirtilerle de kendini gösterebiliyor.

Çölyak hastası olan kişiler buğdayda, arpada, çavdarda ve kesin olmamakla birlikte yulafta bulunan ve gluten olarak adlandırılan bir proteine tahammül edemiyor ve gluten içeren yiyecekler yediklerinde çok küçük ve parmak şekline benzeyen villus olarak adlandırılan ince bağırsaktaki emilimi sağlayan yapıları kaybediyorlar. Villuslar olmadan kişi ne kadar yiyecek yerse yesin beslenemeyeceği için ciddi sorunlarla karşılaşıyorlar. Çölyak hastalığı gastroenterolog tarafından yapılacak kan tahlilleri ve ince bağırsak biyopsisi ile tanımlanabiliyor. Hastalık yaşamının her hangi bölümünde ortaya çıkabiliyor ve tek tedavi yöntemi olarak ömür boyu gluten içeren gıdalardan uzak durmak gösteriliyor.
http://www.ntvmsnbc.com/id/25177292

16 Haziran 2014 Pazartesi

Sağlıklı ve Kalıcı Kilo Vermek

Hızlı kilo verdiren birçok diyet her bahar olduğu gibi yine herkesin gündeminde. Ancak hızlı kilo verdiren diyetler kalp sağlığı açısından tehlike yaratıyor. Uzun süren açlıklar, tek tip besinlerin alındığı diyetler ve tüm kış hareketsiz kalan bedenin birden egzersizle tanışması… Hızlı kilo vermek uğruna yapılan tüm bu davranışlar kalp sağlığını olumsuz etkiliyor. Sağlığı tehlikeye atmadan zayıflamanın en önemli kurallarından birinin verilen kilonun haftada 0,5-1 kiloyu aşmamak olduğunu belirten Kardiyoloji Uzmanı Dr. Utku Zor, kalp sağlığını zorlayan diyetlere dikkat çekti. Dr. Zor'a göre zayıflamak isterken kalp sağlığını bozan 5 hata şöyle:




1- Uzun süreli açlık tansiyonu ve kan şekerini etkiler: Kısa süre içerisinde fazla kilo vermek isteyenlerin yaptığı en önemli hatalardan biri şok diyetler. Bu diyetlerde uzun süreler aç kalınıyor ve öğünlerdeki yemek miktarları çok az oluyor. Öğün atlayarak yapılan diyetlerde ilk olarak metabolizma bu durumdan etkileniyor. Tansiyonda ani düşüşler ve kan şekerinde düzensizlikler meydana geliyor. Bu durumu takiben de aşırı halsizlik, baygınlık gibi sorunlar yaşanabiliyor.

2- Şok diyetten sonra hızla alınan kilo, diyabet riskini artırır: Şok diyetlerle verilen kilolar genellikle çok hızlı bir şekilde geri alınıyor. Yaza zayıf girmek sağlansa da sonbaharda diyetin bırakılmasıyla birlikte kilolar verilenden daha hızlı bir şekilde alınıyor. Ani kilo vermek ve ardından hızlı şekilde almak insülin direncine yol açarak şeker metabolizmasında dalgalanmalara neden olabiliyor. Bu tür dalgalanmalar da kişinin ileride şeker hastalığına yakalanma riskini artırıyor.

3- Ani kilo alıp vermek kalp krizi riskini artırır: Beslenme düzeninde yapılan ani değişiklikler, kolesterol profilinde de dalgalanmalar yaşanmasına neden oluyor. Kısa sürede yüzde 10 veya daha fazla kilo artışı olan orta yaşlı bireylerde ilerleyen yıllarda kalp krizi riskinin arttığı gözlemleniyor.

4- Protein diyetleri kolesterolü dengesini bozabilir: Son zamanlarda sıklıkla tercih edilen tek tip beslenmenin uygulandığı diyetler ilk etapta hızlı kilo vermeyi sağlıyor. Ancak uzun süre yapıldığında vücutta pek çok dengenin alt üst olmasına neden olabiliyor. Sadece proteinden zengin gıdaların alınması kolesterol profilini olumsuz etkileyebiliyor. Hayvansal gıdaların sık olarak tüketilmesi kolesterol ve doymuş yağ oranını artırıyor. Bu diyetlerle kilo kaybı yaşansa da kişilerin kötü kolesterol düzeyleri artıp, iyi huylu kolesterol düzeylerinde düşüş yaşanıyor. Ayrıca fazla protein alımının diyabet riskini artırdığı yakın zamanda açıklanan çalışmalar ile gösteriliyor.

5- Spora aniden yüklenmek kalp krizi riskini artırır: Kış boyunca hareketsiz kalanların bahar aylarında zayıflamak için spora başlaması ve vücuda hızlı bir şekilde yüklenmesi kalp krizine bile neden olabiliyor. Özellikle 40 yaşın üzerindeki bireylerde tansiyon ve kolesterol yüksekliği gibi sorunlar da yaşanıyorsa spora başlamadan önce mutlaka bir kardiyoloji hekimine muayene olmaları öneriliyor.

KALP SAĞLIĞINI KORUYARAK ZAYIFLAMAK MÜMKÜN
1- Şok diyetlerden kaçının: Ani kilo alıp vermeler kolesterol ve şeker metabolizmasında dalgalanmalara neden olabiliyor. Bu durum da şeker hastalığı ve kalp krizi gibi risklerini beraberinde getirebiliyor.

2- Hedefiniz uzun vadede kilo vermek olsun: Sağlıklı diyetin en önemli kurallarından biri hızlı kilo vermemek. Amacınız haftada en fazla 1 kilo vermek olsun. Ayda 4 kilo ve üzerinde kilo vermeyi vadeden diyetlerden uzak durun. Unutmayın ki hızlı verilen kilolar kısa sürede fazlasıyla geri alınıyor.

3- Beslenme alışkanlıklarınızda kalıcı değişiklikler yapın: Yediğiniz yemek miktarlarını azaltmak yerine kalori dengesi yapın. Öğünlerinizdeki karbonhidrat ve protein değerlerini dengede tutun. Bu durumu da hayat boyu devam ettirmeyi hedefleyin.

4- Akdeniz diyetini uygulayın: Sağlıklı yaşamı desteklediği gösterilen tek diyet Akdeniz diyetidir. Sebze, meyve, kuru baklagil, balık ve zeytinyağının bolca yenildiği, kırmızı et tüketiminin ise az olduğu bu diyet, hem lezzet hem de sürdürülebilirlik açısından etkili.

5- Egzersizi hayatınızda devamlı kılın: Egzersiz yapmak denildiğinde aklınıza çok karışık egzersiz programları gelmesin. Günde 30-45 dakika tempolu bir yürüyüşü haftada 4-5 kere tekrar etmeniz sağlığınızı korumak veya iyileştirmek için yeterli. Daha yüksek tempoda yapılan sporun kalp ve damar sağlığı açısından fazladan bir faydası olduğu bilimsel olarak gösterilmiyor.

6- Spora başlamadan önce doktor kontrolünden geçin: Spora başlamadan önce mutlaka doktor kontrolünden geçmek gerekiyor. Özellikle 40 yaşından sonra sporun yüksek tempoda yapılmaması gerekiyor. Yakın zamana kadar egzersiz geçmişiniz yoksa ve kolesterol, tansiyon, sigara kullanımı, diyabet gibi sorunlarınız varsa spora başlamadan önce mutlaka doktor kontrolünden geçin.
http://www.ntvmsnbc.com/id/25342602

12 Haziran 2014 Perşembe

TÜRKİYE ÇOCUKLUK ÇAĞI ŞİŞMANLIK ARAŞTIRMASI SONUÇLARI

ARAŞTIRMANIN TEMEL SONUÇLARI:

      
  • Beden kitle indeksine göre çocukların, yüzde 22.5’ i şişman (kilolu dahil) yüzde 2,1’ i zayıf. 
  • Erkek çocukların yüzde 23,3’ü şişman (kilolu dahil), kız çocukların yüzde 21,6’sı şişman (kilolu dahil). 
  • Boya göre sınıflamada çocukların yüzde 2.3’ü bodur (ciddi bodur dahil). 
  • Vücut ağırlığına göre çocukların yüzde 2.3’ü zayıf (ciddi zayıf dahil). 


OKULLARLA İLGİLİ SONUÇLAR :

  •  Okulların yüzde 78,5’inde kantin (kentte yüzde 92,0, kırda 26.4), yüzde 20.6’sınde yemekhane (kentte yüzde 17.8, kırda yüzde 26,4) bulunmaktadır. 
  • Okulların yüzde 78,5’inda beslenme eğitimi verilmektedir. 
  • Okulların yüzde 96,3’ünde oyun alanı bulunmaktadır. 
  • Okullarda haftada ortalama 87,8 dakika beden eğitimi dersine süre ayrılmaktadır. 


ÖĞRENCİLERLE İLGİLİ SONUÇLAR:
 (Araştırma yapılan öğrencilerin velileri tarafından verilen bilgilere göre değerlendirilmiştir)

  • Her altı çocuktan beşi (yüzde 84,6) her gün kahvaltı yapmaktadır. Ailelerin yüzde 42,8’i çocuklarının her gün taze meyve, yüzde 18,3’ünün sebze tükettiğini belirtmiştir. 
  • Her gün her 10 çocuktan 5’i peynir, 4’ü tahıl, ekmek, yumurta, taze meyve, yoğurt, 3’ü ayran ve süt tüketmektedir.
  • Çocuklar haftada 1-3 kez şeker içeren gazlı içecekleri yüzde 50, cips, patlamış mısırı yüzde 60, şekerli barklar ve çikolatayı yüzde 56, bisküvi, kek, kurabiyeyi yüzde 54, pizza, pide, lahmacun, patates kızartması ve hamburgeri yüzde 66 oranında tüketmektedir. 
  • Çocukların uyuma süreleri ortalama 9.30 saattir. 
  • Her dört çocuktan üçü (yüzde 74,2) hiç spor kulübüne gitmemektedir. 
  • Çocuklar hafta içinde yüzde 60’ı 2 saat ve üzerinde, yüzde 40’ı her gün 1 saat ve 1 saatten az oyun oynamaktadır. 
  • Ailelerin yüzde 30’u okul yolunu güvenli, yüzde 70 güvensiz bulmaktadır. 
  • Öğrenciler okula giderken yüzde 70’i yürüyerek, yüzde 20’si servisi, yüzde 7’si arabayı, yüzde 0,3 bisikleti kullanmaktadır. (Milli Eğitim Bakanlığı Mevzuatına göre çocuklar evlerine yakın okullara kayıt edilmektedir) 
  • Öğrenciler hafta içinde ev ödevi yapma ve kitap okumaya yüzde 71 oranında 1 veya 2 saat zaman ayırmaktadır. 
  • Evlerden yüzde 52,5’inde bilgisayar bulunmaktadır. 
  • Çocukların hafta içinde yüzde 43,4’ünün ve hafta sonunda yüzde 55,8’inin günlük aktiviteleri arasında bilgisayarda oyun oynama gelmektedir. 
  • Televizyon seyretmek çocukların önemli etkinliklerinden birisidir. Hafta içinde çocukların yüzde 74,5’i ve hafta sonunda yüzde 87’si günlük 2 saatten fazla televizyon seyretmektedir. 

10 Haziran 2014 Salı

Sigarayı Bırakma Planı

Sigarayı bırakma kararıyla tüm hayatınız değişecek. Sigarayı bırakmak kolay olmayacak. Pek çok kişi başarmak için desteğe ve motivasyona ihtiyaç duyuyor. Ama bırakabilirsiniz...


1.Kendinize inanın ve güvenin. Sigarayı bırakabileceğinize inanın. Hayatınızda daha önce başardığınız zor işleri düşünün. Sigarayı da bırakabileceğiniz düşünün.

2.Bu listeyi okuduktan sonra, önerileri kendinize uyarlayın ve sigarayı bırakmak için kendi planınızı yapın.

3.Sigarayı bırakma sebeplerinizi ve bırakmakla kazanacaklarınızı yazın:
Örnek: daha uzun yaşamak, kendinizi daha iyi hissetmek, para biriktirmek, daha iyi kokmak. Sigara içen herkes bunun zararlarını bilir ve bırakmak ister, siz bunu yazılı hale getirin ve her gün okuyun.

4.Ailenizden ve arkadaşlarınızdan sigarayı bırakma kararınızı desteklemelerini isteyin. Size yardımcı olmalarını ama kesinlikle sizi suçlamamaları gerektiğini söyleyin. Sigarayı bıraktığınız ilk günlerde zorlanacağınızı ve size anlayış göstermelerini rica edin.

5.Sigarayı bırakmak için bir gün belirleyin. Bugünün yeni hayatınız için bir başlangıç olduğunu düşünün.

6.Sigarayı bırakmak için bir doktora danışabilirsiniz ve onun yardım ve önerileriniz alabilirisiniz.

7.Kendinize bir egzersiz programı belirleyin. Spor yaparken sigara içmek aklına gelmeyecektir, üstelik sigara verimli egzersiz yapmanızı engelleyecektir. Spor yapmak stresinizi azaltacak ve sigaranın vücudunuz yıllarca yaptığı zararı tamir etmesine yardımcı olacaktır. Haftada 3-4 kere, 30-40 dakika spor yapın.

8.Hergün 3-5 dakika nefes egzersizi yapın. Gözlerinizi kapatın. Burnunuzdan derin nefes alın, nefesinizi birkaç saniye tutun ve çok yavaş bir şekilde ağzınızdan verin. Nefes egzersizini yaparken, her seferinde daha temiz ve daha rahat nefes aldığınızı göreceksiniz.

9.Birisi size sigara ikram ederse reddedin, kullanmıyorum diyin. Bu sizin kendinize olan güveninizi artıracaktır.

10.Sigarayı tamamen bırakacağınız güne yaklaştıkça, sigara miktarını azaltın. Her gün kaç adet sigara içeceğinizi planlayın, bu rakamı her gün bir tane azaltın. Her gün başka bir marka sigara alın, bir önceki günden kalan paketi çöpe atın. Sigara paketinizi bir başkasına verin, böylece her sigara içmek istediğinizden ondan istemek zorunda kalacaksınız.

11.Pek çok sigara tiryakisi, sigarayı yavaş yavaş bırakamayacağını ancak bir seferde bırakabileceğini düşünür. Hangi metodun size daha uygun olduğuna karar verin.

12.Sigarayı bırakmayan isteyen bir arkadaşınız daha varsa bunu yapmak daha kolay olacaktır. Birbirinizi teşvik edici konuşmalar yapın.

13.Dişlerinizi temizletin ve her zaman temiz tutun.

14.Sigarayı bıraktıktan sonra kendinize bir ödül verin.

15.Çok fazla su için. Su her anlamda vücudunuz için faydalıdır. Ne yazık ki, pek çok kişi yeterince su içmez. Vücudunuzdan nikotinin ve diğer zararlı kimyasal maddelerin atılmasına yardımcı olacaktır. Sigaranın verdiği zararları düzeltecektir. Ayrıca, yemek yeme isteğinizi de azaltacaktır.

16.Sigarayı en çok ne zaman istediğinizi düşünün, canınız sıkkın olduğunda, yemekten sonra, işten eve gelince, içki içerken vb. Sigara içmek yerine hoşunuza giden başka bir şey yapın.

17.Elinizdeki ve ağzınızdaki boşluk hissini gidermek için bir şey bulun, örneğin: su için, sakız çiğneyin, leblebi yiyin vb.

18.Sigarayı bırakma konusunda düşüncelerinizi yazın. Bunu her gün okuyun.

19.Yanınızda sizin için çok önemli birisinin resmini taşıyın, bir kağıda sigarayı bırakacağıma söz veriyorum diye yazın, canınız her sigara istediğinde bu resme ve nota bakın.

20.Canınız sigara istediğinde, bir sigara yakmak yerine hislerinizi bir günlüğe yazın. Bu günlüğü her zaman yanınızda taşıyın.
http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/278217.asp

9 Haziran 2014 Pazartesi

İzzet Çapa'nın Mora Terapi ile İmtihanı


Yani MORA cihazıyla yapılan biorezonans tedavilerinin genel adıymış. Efendim biorezonans 'titreşim tıbbı' olarak da tanımlanmaktaymış. Cips gofret, kola, çikolata gibi 'bağımlı' olduğunuz maddeler bu cihazın içine konulup elektromanyetik frekansları ölçüldükten sonra, aynı frekanslar sizinde cihaza bağlanmanızla vücudunuzdan siliniyor. bir bakıyorsunuz canınız ne kola istiyor, ne abur cubur.
"Ya İzzet, bir git, olur mu öyle şey?" diyenleri duyar gibiyim. Eğer bana inanmıyorsanız, gelin Liana'yla yaptığımız muhabbete katılın.
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/26266241.asp

6 Haziran 2014 Cuma

Neden Alkol Bağımlısı Oluyoruz?

Amerika Birleşik Devletleri’nde yetişkinlerin %90’ının yaşamlarının her hangi bir döneminde alkol kullandıkları ve erkeklerin %10’unda kadınların %3-5’inde alkol bağımlılığı gelişme riski olduğu saptanmıştır. Ülkemizde yapılan araştırmalarda, alkol ile karşılaşma ve alkol kullanımı ile ilişkili bozukluk geliştirme olasılığının benzer olduğu görülmektedir.

Alkol kullanım sorunu olanlar zamanlarının büyük bir kısmını alkolle geçirirler, almadıklarında yoksunluk belirtileri gösterirler (sıkıntı, titreme, huzursuzluk, sinirlilik vb,) alkolün kendilerini etkilemediğini belirterek giderek alkol dozunu artırırlar. Aile, iş ve ekonomik sorunlar yaşamaya başlarlar. Yakınlarının uyarılarına –ben bağımlı değilim- şeklinde yanıt veren bu insanlar bilmezler ki sosyal içici olarak başladıkları alkol, beyin hücrelerinde biyokimyasal değişiklikler yaparak –bağımlılık hatalığını- geliştirmiştir. Artık keyif almak için daha çok içmek zorunda olmalarının ve bırakmaya çalıştıklarında çeşitli bahanelerle alkole geri dönüşlerinin sebebi işte budur.

“Neden bazılarımız alkol bağımlısı oluyoruz da bazılarımız olmuyoruz” şeklinde bir soru aklınıza gelebilir. Genetik olarak yatkınlığı olan bireylerde bağımlılık riski artmaktadır. Birinci derece akrabalarında alkol kullanım bozukluğu olan kişilerde bağımlılık geliştirme oranının daha yüksek olduğu bilinmektedir.

Uzun süreli alkol kullanımı beynimizdeki –bağımlılıkla ilgili bölgedeki –hücrelerin normal çalışma şekillerini bozar. Bozulan hücreler artık alkolün küçük miktarlarıyla yetinemeyen hücreler haline gelerek sürekli talep eden anormal yapılar haline gelirler. Ve alkol alınmadığında sorun çıkarmaya başlarlar. Sinirlilik, huzursuzluk, titreme, konsantrasyon bozukluğu, hatta bilinç bulanıklığı gibi alkol yoksunluğu belirtileridir bunlar. Onları susturabilmek ve bu rahatsız edici durumdan kurtulabilmek için yeniden alkol alma zorunluluğu hissederiz. Ve bu kısır döngü sürer gider. Genetik yatkınlığı olan bireylerin hücrelerinde alkolün yarattığı etkinin daha belirleyici olduğu bilinmekle birlikte genetik yatkınlığı olmayan bireylerde de aynı mekanizma ile bağımlılık gelişme riski olduğu unutulmamalıdır.

Depresyon, panik bozukluğu, travma sonrası stres bozukluğu, kişilik bozuklukları gibi psikiyatrik problemleri olan kişilerde alkol bağımlılığı gelişme riskinin yüksek olduğu da bilinmektedir. Bu kişiler depresyona ait mutsuzluk, uykusuzluk gibi yakınmalarını ya da panik atağın huzursuzluk ve ölüm korkusu gibi belirtilerini alkolle tedavi etmeye çalıştıklarından zamanla bağımlı hale gelebilmektedirler. Bu nedenle alkol kullanım bozuklukları ele alınırken, eşlik edebilecek diğer psikiyatrik bozuklukların iyi araştırılması ve tedavi planının sadece alkol kullanım bozukluklarına değil aynı zamanda eşlik eden diğer psikiyatrik bozukluklara yönelik olarak planlanması gereklidir.

Dr. Oya Bozkurt
http://www.ntvmsnbc.com/id/24962818/

4 Haziran 2014 Çarşamba

Sigaradan Kurtulmanın En Kolay Yolu: “Biorezonans”

Bu yazıyı okuyorsanız muhtemelen bir sigara bağımlısısınız. Sigaranın öldürücü bir zehir olduğu gerçeğini bilmek sigarayı bırakmamızı kolaylaştırmaz. Bu bağımlılıkla savaşmak çok yönlü bir yaklaşım gerektirir. Bu da fiziksel ve zihinsel bağımlılığı aynı anda yok eden bir yöntemle mümkündür. Nobel ödüllü Kuantum fiziğine dayanarak geliştirilen ve dünyada yıllardır başarıyla uygulanan Biorezonans terapisiyle, sigara bağımlılığı tek bir seansta bile tedavi edilebilirken; alerji, ağrı, obezite, şeker-karbonhidrat bağımlılığı gibi rahatsızlıklarda da kalıcı tedavi sağlanıyor.
Biorezonans, hiçbir yan etkisi olmadığı 30 yıldan fazla bir süredir kanıtlanmış ağrısız ve ilaçsız, biyolojik bir metot. Geleneksel ilaçlarla tedavide sadece hastalığın belirtileri giderilirken, biorezonans tedavisi ile hastalığın esası temel alınarak, kökten bir tedavi sağlanıyor. Biorezonans yöntemiyle, sigara bağımlılığı tek bir seansta bile tedavi edilebiliyor. Ayrıca çağımızın hastalığı olan alerjik astım, saman nezlesi, polen, güneş allerjisi, atopik egzema, nörodermatit, gibi alerjik rahatsızlıkların da kısa sürede, aşısız ve kalıcı tedavisi sağlanıyor. Bunların yanı sıra migren, bel, omuz, kas ağrısı ve romatizmal ağrılar gibi tüm ağrılarda; obezite, zayıflama ve kilo koruma programlarında, şeker-karbonhidrat bağımlılığında, besin intoleransında, boy uzatmada, felç tedavisinde ve ayrıca 400 çeşit farklı rahatsızlıkta biorezonans tedavisi başarıyla uygulanıyor ve oldukça yüz güldürücü sonuçlar elde ediliyor.
Nasıl İyileştiriyor?
Biorezonans, hastalıklara neden olan yabancı frekansları vücudumuzdan atabilen bir yöntem. Özel bir cihazı var; haftada bir gün bağlanıyorsunuz ve hastalığınıza, alerjinize göre farklı programlar uygulanıyor. Negatif etki yapan frekanslar bu cihaz sayesinde saptanabiliyor ve temizlenerek manyetik bir minder aracılığıyla tekrar bünyeye iade edilebiliyor. Hücrelerin bilgi alışverişi eski düzenli haline kavuşuyor ve sağlığınızı geri kazanıyorsunuz. Manyetik alanları tespit eden BİOREZONANS ürettiği olumlu sinyalleri, sadece hastalık odaklarında değil, vücudun genelinde iyileştirici bir etki gösterecek şekilde kullanıyor. Bu cihaz aynı zamanda; aşırı stres ile vücutta meydana gelen elektro-manyetik blokajları ortadan kaldırarak, etkili bir anti-aging, yani yaşlanmayı geciktirici ve stres giderici olarak da kullanılıyor.
Sigara Nasıl Bırakılıyor?
1-  Sigarayı bırakmaya karar vermiş kişiye son bir sigara içirtip, izmarit kısmını içi su dolu bir kaba
koyuyoruz.
2- Biorezonans cihazının giriş kısmına, kişinin içtiği son sigarasının örneğini yerleştiriyoruz.
3- Cihaz, örnekten, kişiye özel ‘Nikotin Elektro Manyetik Frekans Kalıbı’nı tespit ediyor.
4- Tespit edilen bu frekans kalıbı ters çevriliyor ve 64 kat büyütülerek ‘Modülasyon Mat’ dediğimiz manyetik bir minder ve elektrotlarla vücuda geri veriliyor.
5- Böylece vücuttaki nikotin frekansı,  ters frekansla karşılaştığı için, (fizik kuralları gereği)  sıfırlanıyor.
6- Bir ya da birkaç seans sonra vücudumuz, sigarayı yabancı bir madde gibi algılamaya ve sigarayla daha önce hiç tanışmamış gibi davranmaya başlıyor. Sigaraya karşı bir tokluk ve ilgisizlik hali oluşuyor. Kişi, sigara dumanından aşırı derecede rahatsız olmaya başlıyor.

http://yenikonya.com.tr/koseyazisi-2370-Sigaradan_Kurtulmanin__En_Kolay_Yolu_Biorezonans.html